BÜYÜK İDEALİST REMZİ OĞUZ ARIK VE FİKİR DÜNYASI
Türk Ocakları Kahramanmaraş Şubesince MESDER’de tertipleneni Ocakbaşı Sohbetleri’nde “Yetmişinci Vefat Yılında Büyük İdealist Remzi Oğuz Arık ve Fikir Dünyası” konulu söyleşisiyle, Dr. Mustafa KÖK konuşmacı olarak yer aldı. 21 Kasım 2024 Perşembe akşamı Kahramanmaraş Edebiyat ve Sanat Derneği’nde gerçekleşen programa çok sayıda akademisyen ve konuya duyarlı izleyiciler katıldı.
Türk Ocakları Kahramanmaraş Şube Hars heyeti başkanı Sayın Prof. Dr. İbrahim Solak’ın açılış konuşmasıyla başlayan programda konuşmacı Mustafa Kök; Düşünce insanı, büyük idealist Remzi Oğuz Arık’ın hayatını ve fikrî mücadelesini; akıcı bir dille aşağıdaki şekilde anlattı.
R. OĞUZ ARIK, SANAT TARİHİ TAHSİLİ İÇİN AVRUPAYA GÖNDERİLEN İLK TALEBE
“Yetmişinci vefat yılını idrak ettiğimiz Remzi Oğuz Arık, 15 Temmuz 1899 tarihinde Adana/Kozan’ın Kabaktepe Köyü’nde doğdu. Babası Feke Sandık Emini’dir. Memleketinde başladığı eğitimine, Selânik,İşkodra, İstanbul, İzmir ve tekrar İstanbul’daçeşitli okullarda okuyarak Muallim Mektebi’ni ve nihayet öğretmenlik yaparken Edebiyat Fakültesi’nin Felsefe Bölümü’nüde bitirir. Öğrencilik yıllarında Türk Ocağı ve “Turancılık” dâvasıyla tanışır. Millî Mücadele yıllarında Anadolu’ya geçmek isterken yakalanır, İhtiyat Zabitleri Talimgâhı’na gönüllü yazılırsa da bir kaza sonucu savaşa katılamaz. Galatasaray Lisesi’nin ilk kademesi dâhil, çeşitli okullarda öğretmenlik ve müdürlük yapar.1926’da Devlet Yurt dışısınavını kazanarak Arkeoloji ve Sanat Tarihi dallarında ihtisas yapmak üzere Fransa’ya gönderilir. Bu dalda tahsil için Avrupa’ya gönderilen ilk Türk talebesidir. Sorbonne’de Sanat Tarihi, LouvreArkeoloji Enstitüsü’nde ise Arkeoloji okur.
Fransa’da iken Batı medeniyetini yakından tanıyan Remzi Oğuz’un bu dünya hakkındaki fikirleri berraklaşır.Paris yıllarındadüşünceleri “Turancılık” idealine Anadolu’ya meyleder. Burada Nurettin Topçu, Z. Fahri Fındıkoğlu, Ş. Raşit Hatipoğlu, A. Kutsi Tecer ve birara Almanya’dan gelen Mümtaz Turhan ile tanışır.
PARİS’TE TÜRK TALEBE CEMİYETİ’NİN KURULUŞUNDA ROL OYNADI
Paris’te iken Türk öğrencilerle yakından ilgilenir ve 1929 yılında Türk Talebe Cemiyeti’nin kurulmasında rol oynar. 200 talebeyi biraraya getirir. O yaşta bile bir mürşid tavrıyla tanınır.1931 yılında doktorasını tamamlayıp yurda döner, önce İstanbul Arkeoloji Müzesi’ne bağlı uzman yardımcısı ve uzman olarak görev alır. Türkân hanımla evlenir ve1934 yılında Oluş ve1940 yılında Alev isimlerinde iki oğulları olur. (Sonra Oluş, önemli bir akademisyen-sanat tarihçisi, Alev ise psikoloji profesörü olacaktır.)
1932 yılından itibaren çok önemli kazılarda görev alır ve yönetir. 1934 yılından itibaren milliyetçilik, tarih ve kültürümüzle ilgili yazılar yayımlamaya başlar. Dönüm, Çığır, Hareket, Millet, Ülkü başta olmak üzere birçok dergide yazıları çıkar.1935 yılında Alacahöyük, 1937’de Çankırı-kapı ve Ankara’nın güneyinde Karaoğlan, 1939’da Hacılar, 1941 yılında Konya Alaattin Tepe kazılarını yönetir. Aynı zamanda Türk Arkeolojisi’nin dünyaya tanıtılması için birçok uluslararası toplantıya katılır.1939 yılında Dil Tarih Coğrafya Fakültesinde Arkeoloji Profesörlüğe yükseltilir. 1943’te Ankara Arkeoloji ve Etnografya Müzesi Müdürlüğü’ne getirilir.
1950 YILINDA DEMOKRAT PARTİ’DEN SEYHAN MİLLETVEKİLİ SEÇİLEREK SİYASETE ATILDI
1944 yılındaki milliyetçilerin tutuklandığı “Irkçılık Turancılık” davsında kendisi de kısa bir süre gözaltına alınır ve kitaplarına emniyet tarafından el konulur. Bu olayları “milliyetçilerin yoluna atılmış bir bomba” olarak niteler. 1949 yılında Ankara İlâhiyat Fakültesi’nde İslâm Sanatları Tarihi Profesörlüğü’nde de görev alır.
1950 yılında Demokrat Parti’den Seyhan Milletvekili seçilerek siyasete atılır. Ancak iki yıl sonra DP ile fikir ayrılığına düşerek 1952’de istifa eder. Aynı yıl bir grup arkadaşı ile Türkiye Köylü Partisi’ni kurar ve genel başkan seçilir. Bu partinin genel başkanı iken siyasî çalışma için gittiği Adana’dan dönerken, 3 Nisan 1954’te havada infilak eden bir uçak kazasında şehit olur. Naaşı Ankara’ya getirilerek Cebeci Şehitliği’nde defnedilir.Sebep kaza olarak gösterilmişse de gazeteler uzun zaman sabotaj ihtimali üzerinde durmuşlardır.
Sağlığında Köy Kadını-Memleket Parçaları ile İdeal ve İdeoloji adlı eserleri basılmıştır. Özellikle 1967’den itibaren (önce Hareket Yayınları ve Kültür Bakanlığı, sonra Dergâh yayınları kanalıyla) başta Coğrafya’dan Vatan’a ile İdeal ve İdeoloji olmak üzere yazıları toplanarak yayımlanmış, en son Dergâh yayınlarınca bütün eserlerini Ekim 2017 itibariyle 3 büyük ciltte toplamıştır: 1. Coğrafya’dan Vatan’a (“fikrî yazılar” alt başlıklı, 512 sayfa), 2. Türk Sanatı ve Arkeoloji Yazıları (toplam 1027 sayfa), 3. Siyasî Yazılar-Konuşmalar ve Türkiye Köylü Partisi ( 312 sayfa).
ANADOLUCULUK HAREKETİ VE REMZİ OĞUZ ARIK
1921’de Yahya Kemal’in öncülüğünde yayımlanan Dergâh dergisi ve 1924’te Anadoluculuk fikri etrafında toplanmış bilim, sanat ve siyaset adamlarının (başta H. Avni Ulaş’ın) desteğiyle çıkan Anadolu mecmuası bu anlayışın temellerini oluşturur. Yahya Kemal’in etkisinde kaldığı Fransız Fustel de Coulange, Camille Julian ve Albert Sorel gibi zamanın ünlü Fransız düşünür ve tarihçileri «vatan eksenli» bir milliyetçilik düşüncesine sahiptirler. Yahya Kemal, hocasının, “Fransa toprağı bin yılda bir Fransız milleti yarattı…” sözünden etkilenerek “beni, milliyetimizin ve vatanımızın oluşmasına dair dağınık düşüncelerden, birdenbire yeni bir istikamete sevk etti” der. 1071’den bu yana bu toprakların Anadolu, Rumeli ve İstanbul’da, sekiz-dokuz yüz yıl içerisinde manzarası, mimarisi, dili, devleti ve bütün medeniyetiyle yepyeni bir millet yarattığına inanır.
“KENDİMİZE, MADDE OLARAK MENFAAT TEMİN ETMEDİĞİ ZAMAN BİLE, YOLUNA CAN VERİLEBİLECEK TOPRAK; İŞTE VATAN BUDUR!”
Ünlü tarihçilerimizden Mükrimin Halil Yinanç da 1924’te Anadolu mecmuasında yazdığı makalelerde “millî tarihimizin adını ve sınırları”nı gündeme getirir. Selçuklu ve Osmanlı’nın kurdukları “millî birlikler” sayesinde “Anadolu Türkü”nün cihangirliği başlamış ve bu dönemlerde kıtaları fethedenler, Rumeli’den, Suriye’den, Yemen’den, Mısır’dan Kuzey Afrika’ya kadar bu topraklara hükmedenler hep Anadolu Türkleri olmuştur. O halde millî tarihimizin adı, bütün bu coğrafyalarda geçmekle “Anadolu Türkleri Tarihi”dir. Bu görüşleri geliştirenlerden R. Oğuz Arık, hareketi başlatan düşünürlerle arttan gelen Hilmi Ziya, Nurettin Topçu v.d. arasında köprü oluşturur. O, bir toprağın, yani coğrafyanın nasıl vatan olduğuna dair görüşleriyle meşhurdur: «Ne zaman ki insanlar, üstün menfaatleri kendilerine vaad eden, temin eden yurtlara kendi topraklarını tercih edecek bir anlayışa kavuşurlar, işte o zaman vatan doğuyor demektir. Kendimize madde olarak menfaat temin etmediği zaman bile yoluna can verilebilecek toprak; işte vatan budur!” Yoluna can verebilecekleri bu topraklarda yaratılan şey “hatıralar yumağı” ve “tarih”tir. Yaşayan nesiller bu yumağı çözerler, çözerler, şuurlarının gergefinde işlerler: Vatan denen büyük gerçek böyle doğar.”
“OĞUZ BOYLARININ ÖNASYA’YI ELE GEÇİRMELERİ BÜTÜN BİR İSLAM DÜNYASINI KURTARMIŞ VE BU ŞARKIN İLK RÖNASANSIDIR”
Remzi Oğuz Arık’ın tarih görüşü de Anadoluculuk anlayışına dayaır. Önce tarihimize ve milletimize dair yabancılar ile yabancılaşanaydınların görüşlerini zikreder.Avrupa ve Amerikalılar bizi ‘Allah’ın belâsı’ diye nitelerler.Bir Müslüman Arap tarihçisi İslâm Tarihi’ndeki gerilikten Türkleri sorumlu tutar.Yabancılaşmış aydınlarımızdan en somut örneği Abdullah Cevdet’tir ve ırkın ıslahı için“damızlık erkek” bile öngörür. Dünya’ya ‘çapuldan başka’ bir şey getirmediğimizi söyleyenden, ‘Osmanlı’yı aşağılık şeyleri anmak için kullananakadar nice aydınlar bunlara örnektir.
Remzi Oğuz’a göre tarihimizin bize öğrettiği hakikatler: 1. Bu vatanı 900 yıllık büyük mücadelelerle kurduk;2. Önasya’ya geldikten sonra Anadolu’da uğradığımız bütün suikastlara rağmen ayakta kaldık ve erimedik; 3. Oğuz boylarının Önasya’yı ele geçirmeleri bütün bir İslâm dünyasını kurtarmış ve bu Şarkın ilk Rönesansıdır, bu sayedeb u coğrafyalarda meselâ dinde “nakilcilik”ten çok “akılcılık”, hoşgörü ve barış hareketi başlamıştır.
“SELÇUKLU YIKILIŞININ ÜÇ SEBEBİ; HAÇLI SEFERLERİ, MOĞOL İSTİLASI VE TÜRKMEN KİTLESİNİN DİSİPLİNLE VE SAYGIYI KAYBETMESİDİR”
Ne var ki, Büyük Selçuklu İmparatorluğunun çöküşünden sonra Anadolu eksenli kurulan Osmanlı İmmparatorluğu da yüz yıllar içinde yıkılır. Selçuklu yıkılışının üç sebebini sayar: İlk ikisi, Haçlı Seferleri ve Moğol istilasıdır. Üçüncüsü ise, bu iki sebebin sonucu olarak Türkmen kitlesinin disiplinle ve saygıyı kaybetmesidir.
Türkler Anadolu’ya gelmeden önce birçok dinlere girip çıkmışlar, fakat maalesef erimişlerdir. Çin’de, Bizans’ta, Bulgaristan ve Avrupa’da eriyenler olmuştur. Sonunda Türkler din konusunda Müslümanlıkta karar kılmışlar, kendileri bu dine hizmet ettikleri gibi bu din de onların erimesini önlemiştir. Bu din, onların en büyük İslâm-Türk medeniyetini kurmalarına, engel olmamıştır.
OSMANLININ YIKILIŞININ DÖRT SEBEBİ; 1-DÜNYA TİCARET YOLLARI DEĞİŞMESİ, 2- HAÇLI SALDIRILARI, 3-AVRUPA’NIN TOPARLANARAK ÇEVREMİZİ KUŞATMASI VE 4- KURULUŞTAKİ UYANIKLIĞIN KAYBOLMASI
Remzi Oğuz Arık, Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkılışını ise , dört büyük sebebe bağlar: 1. dünya ticaret yollarının değişmesi; 2. Haçlılar’ın asla bitmeyen bir kinle saldırmaya devam etmeleri sonucu Garp-Şark ilişkisi dar bir çerçevede kalmıştır. Bu yüzden, Batıda olup bitenleri takip edemedik; 3. Avrupa süratle kendini toparlayıp büyük devletler hâlinde çevremizi kuşattı. Ruslar ve Avusturyalılar gibi zorlu düşmanların bizi tecrit ettiler; 4. En tehlikeli sebep ise, Osmanlı İmparatorluğu’nu ilk kuranların uyanıklığı sayesinde bütünlüğünü kazanan Anadolu’nun, sonraki nesillerde ancak sömürgelerin uğrayacağı kayıtsızlığa, ihmâle ve hatta zulme uğraması, böylece İmparatorluğun dayanağını kaybetmesidir.
Bu büyük çöküşün ardından herkes cenazemizi beklerken Türkmenler yine yekpare bir millet halinde ve daha zorlu bir güç halinde ayağa kalkmasını bilmişlerdir. Kuvayı Milliye ve ardından kurulan Türkiye Cumhuriyeti bu ayağa kalkışın eseridir.
YAKIN DOSTU NURETTİN TOPÇU: “REMZİ!.. SEN EBEDÎLÎĞİ FETHEDEN NEBİLER ORDUSUNA ALLAH’IN EN GÜZEL EMANETİSİN!…”
Remzi Oğuz Arık’ı Paris’teki öğrencilik yıllarında beri yakından tanıyan ve hayatları boyunca dostlukları devamedenlerden, bu münasebetle onu en iyi tayalardan birisi herhâlde, Nurettin Topçu’dur. Topçu’ya göre, Avrupa’ya Tanzimat’tan, Meşrutiyet’ten beri giden Türkler,makine, kıyafet, hatta ilmî eserler alarak Paris’i Anadolu’ya getirmişlerdi, yine de kurtulamamıştık. İşin sırrı, Paris’te Remzi Oğuz’u yakından tanıyınca çözülür: “ Biz o zamana kadar Paris’i Anadolu’ya getirmişiz. İstilâ bizi sakatlamış. Remzi Oğuz, Anadolu’yu Paris’e götürmüştü.Paris’in şiddetle sarsıcı hayat dalgası altında nefesi kesilen Türk gençlerinin yanına koşuyor, hepsine sevgi dolu kalbini açıyor veonlara birer mücahit olacaklarını müjdeliyordu. “Uyan be Anadolu çocuğu, sen kendini kurtaramazsan seni kim kurtarabilir” diyordu.“Bu salahiyeti kimden aldın?’ diyene de, “Ben bunu vicdanımdan ve onun sahibi olan Anadolu’dan aldım”; “Biz, ister istemez Batı medeniyete karışacağız. Hem de kendimiz kalarak. Kendimizi kaybettik mi, müstemleke oluruz.’ derdi. Gecenin bir yarısı Paris’te kütüphaneler ya da barlardan çıkarak (mahmurlaşmış gözleriyle) şehrin kenarlarındaki evlerine dönen Türk çocuklarını yakalarından tutarak sarsar: “Söyle’ der ‘söyle’ ‘Bugün Anadolu için ne düşündün Türk çocuğu?’Nurettin Topçu, sözlerini şu cümleyle bitirir: ‘Remzi! (..) Sen ebedîliği fetheden Nebîler ordusuna Allah’ın en güzel emanetisin!…” Bir insan ancak bu kadar yüceltilebilir. Hem Remzi Oğuz Arık’ın, hem de onun sevdiklerinin ruhları şâd olsun!..”
Türk Ocakları Kahramanmaraş Şubesince Mesder’de tertiplenen OCAKBAŞI SOHBETLERİ programı, Dr. Mustafa KÖK’ ün bu güzel sunumuyla tamamlandı. Kendilerine, Türk Ocakları Kahramanmaraş Şubesine, Mesder Kahramanmaraş Edebiyat Sanat Derneğine ve kıymetli katılımcılara çok teşekkür ederiz.
Selam ve sevgilerle.