EMEK VE UMUT
Genç adam, solgun bakışlarla gözlerini araladı. Soğuk bir sonbaharın, son demlerinin yaşandığı bir sabahtı. Uykunun insanı yatağa bağladığı saatlerde şafak sökerken uyanmanın zorluğunu yaşıyordu. Perdeleri hafif aralayarak gökyüzünün kızıllığıyla beraber, yeryüzünün renk cümbüşünü seyretti uzun uzun. Gözlerini ovaladı ve ağzını kocaman açıp, esneyerek bedenine yerleşmiş olan uykuyu dağıtmaya çalışıyordu. Duvardaki asılı saat daha hızlı olması gerektiği uyarısını veriyordu sessizce ilerleyen tik taklarıyla. Atölyeye gitmek için yağ lekeleriyle parlayan, içine işlemiş ağır vernik kokusunun da sindiği iş tulumlarını aceleyle üzerine geçirdi. Odada uyuyan eşini ve çocuklarını uyandırmamak için kapıyı yarı aralayarak yavaşça çıktı. Ağır adımlarla başladığı yolculuğuna yürüyerek yarım saat uzaklıktaki iş yerine doğru ilerledi. Üzerindeki giysilerin altında çelimsiz ve güçsüz bedeniyle, yıkılıp devrilecekmiş görüntüsü yürekleri burkacak kadar acınası bir hal sergiliyordu
Bir oyuncakçı dükkânının önünden geçerken durakladı. Dükkânın vitrininden bakarken, minik oğlu Umut’un o çok istediği oyuncak gözüne ilişti. Altı yaşlarındaki oğlunun oyuncak bir direksiyon için feryat figan yalvarması beliriverdi zihninde. Bir babanın evladına yetememesinin ezikliğiyle burkuluyordu yüreği. Fakirliğe ve imkânsızlığa defalarca lanetler yağdırıyordu. Daha önce bütün çarşıyı defalarca dolaşmış, fakat düğmelerinden farklı sesler çıkaran, cafcaflı renkleriyle çocukları büyüleyen o direksiyondan alamadan evine geri dönmüştü. Aldığı maaş o kadar azdı ki kirayı bile zar zor ödeyebiliyordu. Hatta bazen kirayı geciktirmesi sebebiyle ev sahibinden türlü aşağılamalara ve azarlanmalara maruz kalmıştı.
Çorba salonunun önünden geçerken bir an acıktığını hissetti. Evdeki kahvaltılıklar çocuklara anca yeter, düşüncesiyle çoğu zaman kahvaltı yapmadan çıkardı. O sabah da aynı şekilde düşünerek yine bir şey yemeden çıkmıştı. Eliyle cebini şöyle bir yokladı. Cebindeki bozuk paralar onu seçim yapmaya zorluyordu. Midesinde hissettiği açlık hissi beynine ve kalbinin sesine galip gelmeye başlamıştı. Otobüse binmekle, ekmek almak arasında gelgitler yaşarken, sıcak ekmeğin burnuna çarpan kokusuna daha fazla kayıtsız kalamadı. Birkaç adım ötedeki bakkaldan içeri girdi. Bakkal, işçi elbisesinin içindeki mahcup tavırlı genç adamı tepeden tırnağa süzerek baktı.
— Ne istedin, dedi.
Genç adam bakkalın kendisini nasıl bir bakışla süzdüğünü anladığından, yine çekingen bir tavır takınarak:
—Ben, bir ekmek alacaktım, dedi.
Elindeki bozuk paraları tezgâhın üzerine bıraktı. Sabaha karşı fırından çıktığı halde hâlâ soğumamış olan ekmeği kolunun altına alıp bakkaldan çıktı. Ekmeğin ucundan bölüp, iştahla yiyerek yoluna devam etti. Yürürken ayağının altında hissettiği asfaltın soğukluğu, ayakkabısının miadının çoktan dolduğunu hatırlatıyordu. Ama onun bu duruma çare düşünecek ne vakti ne de parası vardı. Yapabildiği tek şey yağmur ya da kar yağmamasını dilemek oluyordu.
İki katlı bir binanın bodrum katında bulunan atölyenin dar kapısından dikkatli adımlarla içeri girdi. Duvarlarının beton görünümü insanın içini karatıyordu. Tavanının yakınındaki ışıksız pencereler gökyüzünden yağan umut sağanağının seyrine set oluyordu. Az ile yetinmekti burada çalışanların kaderi. Yürekleri ısıtan günün ışıklarına bile. Ama onların gönül pencereleri alabildiğine genişti, güneşin göz kamaştıran ışıklarıyla beraber umudun da sıcağını içeri alacak kadar. Yoksulluğa göğüs germek, o atölyede çalışanların emeğe ve yaşamın devamına duyulan inancın örneğiydi adeta. İçerideki ıslak odun kokusu küf kokusuyla karışmış, sebepsiz yere bir yorgunluk hissi yayıyordu.
Attığı her adımda hayalleriyle beraber koyu bir karamsarlığın sularında demirlemişti. Her geçen gün umudunda azalma oluyor, kendisiyle büyük kavgalara tutuşuyordu. Ev ve iş yerinin arasındaki mesafenin uzak olması işe biraz geç kalmasına sebep olmuştu. Sabahın ayaz kesen soğuğunda üşüyen ellerini, atölyenin ortasında koca bir varilden yapılmış olan sobanın üzerinde ısıtmaya çalıştı. Patronu çoktan gelmiş, atölyede bulunan diğer işçileri teftiş etmeye başlamıştı bile. Genç adam patronuna ürkek adımlarla yaklaştı ve:
—Efendim biraz geç kaldım. Biliyorum kızgınsınız ama anca gelebildim, dedi.
Patronu sert bir ses tonuyla:
—Biraz hızlı gelsen geç kalmazsın, tembelsiniz Ömer efendi, tembel! Çabuk işinin başına geç! Bunların hepsi aynı, dedi ve söylenerek atölyede birkaç merdiven yukarıda, pencereye yakın mesafede bulunan aydınlık ofisine geçti. Öfkeyle dolu gözlerini işçilerin üzerinden çekmiyordu.
Genç adam patronunun kibirli ve ezici sözleri karşısında kendini daha da bedbaht hissetmişti. Ezilmişliğin verdiği üzüntüyle her tarafından keder damlayan bir adam olmuştu. Mahcup ve isteksiz bir tavırla karşısındaki kereste yığınlarına ve makinelere doğru yöneldi. Eline aldığı kereste parçalarını ufaltıp şekil vermeye başladı. Atölyede birbirinden güzel mobilyalar çıkıyordu ustaların elinden. Ömer de işinde hayli ustalaşmış hatta farklı biçimlerde mobilyalar dahi yapar olmuştu. Elinde yontup, makineyle şekil verdiği mobilya iskeletini yaparken, aldığı maaşla ailesine yetememenin üzüntüsüne engel olamıyordu. Yoksulluğun soğuk pençeleri yüreğini sarıyor, nefesini kesiyordu. Kömür karası gözlerinin üzerinde yayılmış ok misali kirpiklerinden süzülen yaşlara engel olamaz hale gelmişti. Erkekliğin verdiği mağrurlukla birilerinin kendisine bakıp bakmadığından emin olduktan sonra elinin tersiyle gözyaşlarını sildi. Aslında gelirken patronundan avans isteyip, oğluna o çok istediği oyuncağı almayı düşünmüştü fakat işe biraz geç kalması bunu güçleştiriyordu. İç sesiyle dertleşirken çaresizliklerine çare arıyordu ama bir türlü olmuyordu. Yüreği nasırlaşmış patronunun, bu isteği karşısında onu azarlayacağından emindi. İçinden “Keşke oğlumu sevindirmenin bir yolu olsa,” diye düşünürken aklına atölyede çalıştığı kereste parçalarından oyuncak direksiyon yapmak geldi. “Acaba patrona sorsam burada yapmama izin verir mi? Arta kalan malzemelerden de yapabilirim,” diye düşündü. Patronunun Ömer, diye seslenmesiyle irkildi. Patron:
—Ne daldın yine, elini makineye kaptıracaksın, sonra da al başına belayı. Dikkat etsene be adam, dedi.
Ömer cesaretini toplayıp, patronundan, oyuncak direksiyonu yapmak için izin almaya karar verdi. Göğsünün içinde çırpınan yüreğine söz geçiremiyordu. Biraz heyecan, biraz korkunun da harmanlandığı duyguların vehametiyle gözlerini karşısında kendisine bakan adama doğrulttu ve:
—Efendim sizden bir isteğim olacaktı, dedi göğsünde bir kuş gibi çırpınan yüreğinin verdiği heyecanla. Alacağı cevap onun için çok önemliydi. Yaşama olan inancından, umudunu yitirmekten, çaresizlik girdabında kaybolmaktan korkuyordu. Ama oğlunun bir anlık da olsa mutluluğunu görmek için bütün cesaretini topladı. Patron meraklı gözlerle Ömer’i baştan aşağı küçümseyen bakışlarla süzdü ve:
—Neymiş o istek, dedi. Ömer, biraz çekingen ve utangaç bir tavırla başladığı konuşmasına devam etti:
—Efendim ben oğluma oyuncak bir direksiyon yapmak istiyorum, burada arta kalan kereste parçalarından yapabilir miyim, dedi. Patron alaycı bir ifadeyle:
—Odun parçalarından oyuncak mı olur Ömer Usta, dedi. Fakat karşısında duran genç adamın ciddi ve kararlı bakışlarına kayıtsız kalamadı.
—İyi yap da görelim şu oyuncak neymiş, nasılmış, dedi. Ömer aldığı cevap karşısında çok mutlu oldu. Patronuna dönüp:
—Teşekkür ederim efendim oğlum çok sevinecek, dedi. Patron:
—İşini ihmal etmeden yap da nasıl yaparsan yap! Dedi.
Ömer o gün büyük bir heyecanla önce mesai saatini ve işlerini tamamladı; daha sonra minik oğlu Umut için hayal ettiği oyuncak direksiyonu yapmaya başladı. İmkânsızlıkların onu böylesine istekli bir hale büründüreceğini aklına hiç getirmemişti. Atölyede bir tek o kalmıştı. Patron çıkarken:
—Kapıyı kilitlemeden çıkma sakın, dedi ve sıkı sıkı tembih etti.
O gece geç saatlere kadar hummalı bir şekilde delicesine heyecanla çalıştı ve oğluna çok özel ve eşsiz bir oyuncak direksiyon yaptı. Saatine baktığında hayli geç olmuştu. Çok yorgun bir vaziyette uyuşan dizlerini ovuşturarak kalktı ve atölyeyi kilitleyip çıktı. Oğlunun sevincini gözünde canlandırdığında bütün yorgunluğu bir anda kayboluyordu. Emek ve umut birleşmiş ona kuvvet olmuştu. Eve geldiğinde çocuklar çoktan uyumuştu. Artık yorgunluğun da etkisiyle kendini yatağa bıraktı ve uykuya teslim oldu.
Sabah gözlerini açtığında evdekiler karşısında onu uyandırmaya çalışıyorlardı. Oğlunun elinde geç saatlere kadar yaptığı direksiyon vardı.
—Babacığım bak direksiyon, sen mi aldın, dedi. Eşi:
—Nerden çıktı bu oyuncak, sen mi yaptın, dedi. Ömer yataktan hızla doğruldu:
—Evet, ben yaptım, oğlum için, dedi. Küçük çocuk babasına:
—Yaşasın! Babacığım teşekkür ederim, seni çok seviyorum, dedi. Oğlunun mutluluğunu görmek onu daha da mesut etmişti. Görmek istediği tablonun içinde yerini almıştı artık. Özlemini çektiği mutluluk oğlunun gözlerinde geziniyordu. Ömrünün böylesine saadet ve gülücüklerle geçmesini diliyordu içinden. Bütün gece çalışıp, yorulmaya değmişti. Ömer artık kendini hem çok mutlu hem de çok güçlü hissediyordu. Oğlunun ona verdiği güç daha çok çalışmaya, zorlukları kolaya çevirmeye yeter duruma getirmişti. Sahip olduğu cesaretin ve umudun arkasında koca bir dev olduğunun farkına varmıştı. Bir fırtına kadar deli esmeye niyetliydi rızkını aramak, nasiplerini yakalamak için. Eşine ve çocuklarına sımsıkı sarıldı ve onları çok sevdiğini söyledi. Kolundaki saate baktı, koşar adımlarla yola çıktı.
Dilek Eker Özyurt