İnsan
İNSAN
“İnsan gülümseyişle gözyaşı arasında gidip gelen bir sarkaçtır.” diyen Byron’a katılmamak mümkün mü? Gelmişiz dünyaya; bir yanımız acı, bir yanımız sevinç. Vazgeçemediğimiz, sıkıca sarıldığımız şu yaşam tatlı yanlarıyla ağır basar hep. Sevdiklerimizle mutlu olmaksa en büyük ereğimiz olmuştur. Düşünüşü ne olursa olsun, sevmek yakışır öncelikle bizlere. Aşağılanmadan, sömürülmeden, hakkınızı çiğnetmeden adil bir hukuk düzeni içinde günlerinizi geçirmek istersiniz elbette. Yani, insan gibi yaşamak mutluluk kavramını biraz daha anlamlı kılar. Ne var ki yalnızca insan gibi yaşamak da olmamalı tek hedefimiz. İnsan gibi yaşarken insanca yaşatmak da konuyu yetkinleştirir, bütünleştirir.
İnsanın “İnsanca yaşadım” diyebilmesi için ruhsal yaşantıya da gereksinim vardır. Bu da ancak başkalarıyla birlikte oluşabilir. Yalnızlık duygusunun bilinçte belirmesi huzursuzluk yaratır, gerçekte bütün huzursuzlukların kaynağı da budur. Çoğu zaman bir insan sesi duymak ister kulaklarınız. Belki de o ses açar içinizin perdesini. Gün ışığını görmek gibi belki… Sabahattin Kudret Aksal “İnsan Sesi” şiirinde bu sesi doğanın bir parçası olarak görür: “Yaz sabahları gün ağarırken/Pencereni açtığın zaman/Odanı dolduran serinlikte/Kımıldamadan duran ağaçta/İnsan sesidir duyulan.” Bir başka şairimiz Cevdet Kudret ise ölüm ötesindeki yalnızlığın acı görüntüsünü ne güzel anlatır dizelerinde: “Acımı duymaz oldu kimseler/Bana bir tahammül ver ‘aklıselim’/İnsanlardan ayrı kaldığım yeter/Yetişir onları göremediğim!”
İnsanlarla kaynaşma isteği bizdeki en güçlü etkidir. Temeldeki bu tutku, insan soyunu, aileyi bir arada tutan güçtür. Birileriyle konuşmadığınız anlarda bir açlık başlar içinizde. Bu açlıkların giderilmesi, ancak güzel dostluklara, birlikteliklere bağlıdır. Dostluk kaynaşmalarının olumlu sonuçlanmasında yine bir büyük etki çıkar önümüze: Sevgi. Aslında insanı farklı kılan anlayış da budur. Ve unutmamak gerek ki sevgi vermektir, almak değil. Bu konuda bir tümce hepimizi bir noktada birleştiriverir: Çok şeyi olan değil, çok veren zengindir. Burada insanoğlunun iştahını artıran zenginlik kelimesi de çıkıverdi karşımıza. Çoğumuzun isteklerini yoğunlaştırdığı bir istek bu. Demek istediğim maddi bir bolluk elbet. Şu fani dünyada insanımızın düştüğü zayıflığa bakın. Ne yazık ki çok azımız manevi zenginliklerin yanında yer alırlar. Behçet Necatigil, “Evler” adlı şiirinde zengin yaşamın bir görüntüsünü seriverir düşüncemizin içine: “İnsanların kaderi besbelli evlere bağlı/Zengin evler fakirlere çok yüksekten baktılar. ” İşte günümüzde ki görüntü… Dört artı birler, beş artı birler… Böyle gidiyor lüks daireler. Sonrası… Hepsi bu dünyada kalmıyor mu sanki?
Uçsuz bucaksız bir evren içinde varoluşumuzla birlikte çabalar dururuz yaşama tutunmak için. Zaman zaman birlikte, zaman zamansa birbirimize karşıyızdır hareketlerimizde. Oysa kafa kafaya, yürek yüreğe, el ele verildiğinde neler gerçekleşmeyecektir ki? İnsanlar arasındaki bu ayrılık Cahit Sıtkı Tarancı’ da “İmkansız Dostluk” olarak yansımış: “Sen kendi gecende gidersin, ben kendi gecemde/Vazgeç kardeşim, ayrıdır bindiğimiz gemiler!” Sizce vazgeçmeliyiz mi? Güzellikler hepimizi mutlu kılacaksa niye olmasın? Mevlana’nın dediği gibi, ne fark eder ki şu ya da bu oluşumuz. İnsan olarak güzelliklerle yaratılmışız. O güzellikleri koruyamamak, sürdürememek ne acıdır. Şu kısa yaşamda çektiklerimiz kendimizdendir. İçimizi karıştıran, değişik bir görüntüye sebep olan yine bizizdir.
İnsan… Çözülmesi çok güç bir varlık. Onca sevgi göstermenize karşın, çoğu katılığını azaltmıyor yine de. Bırakmak derseniz, asıl yanlış orada başlıyor. Çünkü sevgi, sevgi yaratan bir güçtür; güçsüzlük sevgi yaratamamaktır. “İnsanı insan olarak düşünün; onun evrenle olan ilişkileri de insanca olsun; o zaman sevgiye karşılık sevgi, güvene karşılık güven bulursunuz. “ sözüyle de Marx bu düşünceyi sağlamlaştırır. Elbette ki sevilen bir kişi olamıyorsanız, sevginiz güçsüzdür. Verme eylemi olarak sevme yetisi, kişiliğin gelişimine bağlıdır. Sevgi, sevdiğimiz şeyin yaşaması, gelişmesi için duyduğumuz etkin ilgidir. “Sende herkesi seviyorum, seninle bütün evreni seviyorum, sende kendimi seviyorum.” diyen Erıch Fromm sevgiyi ne güzel anlatmış.
İnsan deyince sevgi sözcüğü gelir aklıma genelde. Çünkü insanı insan yapan, düşüncenin sevgi bahçesinde yeşermesidir. İyi insanı ancak bu anlayışla kazanabiliriz. İyi olmak yalnızca sevgiyle de tamlığına ulaşmaz. Ruh sağlığı mutluluğu yaratacak en büyük etki olduğuna göre, insanı bu yönde de işlemek gerekir. Freud’a göre, “Bütün içgüdüsel isteklerin engellenmeden doyurulması ruh sağlığı ve mutluluk yaratacaktır. “ Bertrand Russell ise: “Mutluluk kısmen dış koşullara, kısmen de kişinin kendisine bağlıdır.” derken düşündürür hepimizi. Mutlu insan dış dünyada yaşarken, özgür sevgileri ve geniş ilgileri vardır. Ve mutsuz insanların çoğu kendi içine gömülüdür.
Sevgiden, mutluluktan fazlaca söz ettim gibi görünse de insan için önemli konular bunlar. Çünkü sevginin, mutluluğun olduğu yerde olumlu yansımalar vardır. Yaşam, bir evet-hayır oyunu mudur yoksa?
İnsan dedik, sözcüklerden söz etmeden edebilir miyiz hiç? Ki o sözcükler yaşayan varlıklarsa…Ya bir de duygusal yanları… Sözcük deyip geçmeyin sakın. İnsan yaşamının en önemli parçasıdır onlar. Yerinde kullanıldıklarında gülümser zaman, tersinde ise kararıverir her şey.
Biraz da bugünün yeniliklerine ve buluşlarına değinelim isterseniz. Her şey yaşamı biraz daha güzel ve rahat kılabilmek için şüphesiz. Buraya kadar sözüm yok elbet. Fakat doğayı yok etmeye, gördüğünüz her yeri betonlaştırmaya gelince düşüncelerim geriliyor birden. Yapalım, edelim de bizden başka diğer canlıları düşünmek gerekmez mi dersiniz? Birlikte derken, ben onları da katmıştım mutluluk çizgisine. Ağaçlara, hayvanlara yaşam hakkı tanımamak yeryüzünü ve gökyüzünü üzmez mi dersiniz? Unutmamak gerekir ki doğada bütün canlılar birbirine muhtaçtır. Tüketirken üretmeyi, çoğaltmayı, yerlerine yenilerini eklemeyi unutmamalıyız.
Geldik çağın hızlı akışına. Çağımızda gittikçe ölmeye başlayan insan insana ilişkiler daha da azalacak bu gidişle. Yerini, insan-makine, makine-insan ilişkileri alacak görünüyor. Hatta bu durum gerçekleşti bile. İnsan bilgisayarların başında robotlaştı bir anlamda. Dudaklar sözcüksüzlükten çölleşmeye başladılar. Bilginin, görgünün, kolaylığın, rahatlığın artmasına karşın, duyguları azalıp donuklaştı insanların. Ne ilginin ve sevginin sıcaklığı ne de neşenin ve sevincin canlılığı kaldı ortada. Makinelerle bütünleşip, makineleşti insan.
Yalçın Yücel