
ALİ AVGIN İLE SANAT-EDEBİYAT EKSENİNDE BİR GEZİNTİ
Celalettin Kurt
“AŞK HER ŞEYE MEYDAN OKUMAKTIR”
*Kısaca kendiniz tanıtır mısınız? Ali Avgın kimdir?
Adettendir soruların “kendinizi tanıtır mısınız” diye başlaması. Birçok röportajımda bu soruya verdiğim cevap; “yazarın kim olduğu değil, okurun sizi nereye koyduğu” ile ilgilidir bana göre. Bir yazarın ürettiği cümleleri okurken birlikte bir yolculuğa çıkarsınız. Yazarla konuşur, onu anlamaya çalışır ve cümleleri de kendinde yeniden yorumlayarak yazarla anlaşmaya varırsınız. O anlaşma aradaki bağdır. O bağ sizin kim olduğunuzu ortaya koyar. Kimlik bilgilerinin bir önemi yoktur. Şu tarihte doğdu ve yahut şu okulu bitirdi diye…

Fakat yine de merak edenler için kısaca kendimden bahsedeyim; 1958 yılında Kahramanmaraş’ta doğdum. Liseyi, şimdiki Yedi Güzel Adam Müzesinin olduğu taş binada okudum. Zira o yıllarda orası Ticaret Lisesi olarak hizmet veriyordu. Üniversite eğitimini, Adana İktisadi ve Ticari İlimler Akademisinde tamamladım. Halen kendi işyerimde faal olarak Mali Müşavirlik hizmeti vermeye devam ediyorum.
*Basın ve Edebiyat Dünyasına attığınız adımın serüveni ile ilgili neler söylersiniz?
Basın ve edebiyat bir araya geldiğinde tarihin melodi-dram tiyatro oyunu ortaya çıkar. Yaşanmışlıkların sahnelenmesi yani. Basın demek tarihe küçük notlar düşmek demektir. Edebiyat ise, küçük notlardan yola çıkarak, hayatı yorumlama ve yaşamın akışını anlatma anlamı taşır. Gençlik yıllarımdan bugüne gazetecilik benim bilinmeyen tarafımdır. Merak ve bir yanlışlığa dikkat çekmek, o yanlışı düzletmeye gayret etmek içimde hep var olan bir girişimcilik ruhu idi. Girişimcilik kendiliğinden gelir, o akışkan ve değişken yaşamın içerisinde farkına varma yeteneğinin açığa çıkmasıdır. Farkına vardıklarımı belli bir zaman basın dünyasında köşe yazılarımla kaleme almaya çalıştım. Sonra o dünyanın küçük notları, birikimleri, kitaplara dönüştü. Maraş’ın sokaklarını gezmek için geçmişin sokaklarını ve insanlarını çok iyi bilmek gerekir. Romanlarımdaki Kahramanmaraş’ın gizemi de buradan geliyor olmalı. Bir nevi geçmişi geleceğe bağlamak gibi.
ŞİİR, BİR YÜREK SESİDİR. ŞAİRLİK SONRADAN KAZANILMAZ.
*Roman batı edebiyatı kaynaklı bir edebi tür iken, sizin yayınlamış olduğunuz üç romanınız var. Roman yazma iştiyakı sizde nasıl zuhur etti, yazdığınız kitaplar hakkında bize neler söylersiniz?
Artık şu Doğu-Batı Edebiyatı ayrımından kurtulmamız gerekli. Destan, şiir, öykü yazmak için bilginin taşması, sevginin coşması, acının dışa vurumu gerekli. Kısaca yaşanmışlık olmalı. Zat-ı âliniz, bizim bildiğimiz kadarıyla, şairlik yönü ağır basan bir kalemsiniz. Yine bilinen bir şey daha var, o da; gerçek anlamda şairlik, diğer edebiyat ve sanat dalları gibi sonradan alınan, eğitimlerle kazanılacak bir merhale değildir. Şiir, bir yürek sesidir. Ama siz şairliğin yanında öykü ve roman da yazıyorsunuz. Bu gün bir şiiri ele alalım; her insanda farklı duygular yaratıyor. Bu, okuyucunun şair ile ortak bir noktada buluşması demektir. Bir şiir yüzlerce sayfalık roman olabilir. İşte roman; şiiri inceden inceye, ilmek ilmek işlemek, detaylarını sunmak değil midir? Bir nehri meydana getiren su damlalarını birleştirerek, coşkun bir şelale haline getirmek değil midir, roman; “bir ceylanın bakışına vuruldum” derken, sizde yarattığı hayal ile gerçek dünyanın buluşması değil midir? Ceylanın gözlerini öne çıkartan bir su kaynağı olabilir, bir gül bahçesi olabilir, bir ay ışığı olabilir. Yazdığım üç romanın şiiri, hikâyesi ve öyküsü Kahramanmaraş’tır. Bütün bunlar benim gerçekliğimin, vazgeçilmez parçalarıdır.
AŞK HER ŞEYE MEYDAN OKUMAKTIR
*Aşk sözcüğü sizde ne ifade eder? Çünkü üç romanınızda da aşkı anlatıyorsunuz. Aşk sizi hangi cephelerden kavrıyor?
Aşk! Ne büyük bir sözcük, değil mi? Kocaman bir dünyanın içinden size seslenen sizin ilgi alanınız. Kadın için erkek, erkek için kadın ya da anne-baba için çocukları. Çocuklarının geçimini sağlamak için çalışan ebeveynlerin işlerine duyduğu samimiyet. “İşine âşık olmak” diyoruz değil mi? Bir insan neden işine âşıktır. Yaşam kalitesini korumak ve yarınlara umutla bakmak için. Aşk çok büyülü bir kelime; sınırsız yorumlama yapılabilir. Romanlarımdaki aşkın ortak noktası Kahramanmaraş. Köyü, kasabayı gezen ve güzelliğine hayran kaldığı mekânda da geceleyen bir aşktan bahsediyorum. Aşk, bir arayış içinde olmak, aradığını bulabilmek için yola koyulmak, bazen yolunu kaybetse de tekrar doğru yolu bulma hali değil mi? Aşk, bende devamlı bir arayış içerisinde olmaktır. Zira aşk her şeye meydan okumaktır. Bir maviliğin sonsuzluğuna adanmış bir ömrün, dünyaya hapsolmuş ruhu gibidir AŞK. Güzeli isteyen ve güzel için alın teri döken bir yaşam. Tam oldu derken yeniden kaybetmek gibi. Yetiştirdiğin bir gülün ya da heybetli bir atın bir anda yok olması gibi. Gülü ya da atı yetiştirirken size daima destek olan hayat arkadaşını kaybederken onu sonsuzlukta anmak gibi. AŞK, garibin çölde araya araya nihayet bulduğu suya ulaşıp, yolculuğa devam etmesi gibi bir şey… Aşk, bir yuva; yuvanın güvenliği. Bir garip güvercinin ruhunu doyuracak bir günaydına hasret kalması gibi. Romanlarımda bu kavuşanların kaybetme hikâyeleri var. Tam kavuştum derken… AŞK mı? Sonuç olarak; kelimelerle anlatılamayacak kadar yüce bir duygu.
YAZMAK İÇİN TAŞMAK GEREKLİ
*Yeni roman yazarlarına tavsiyeleriniz nelerdir?
Yaşamak ve küçük notlar almak. Yaşanmışlıkları biriktirmek ve zamanı geldiğinde tespih tanesi gibi cümleleri art arda dizmek. Yorumlanmış olanı çok iyi anlamak, yazılmış olanları çok iyi analiz etmek ve farkındalıkları yakalayıp uygulamak. Yazarları anlamlı kılan başarmaktır. Onlarca kitap yazabilirsiniz. Lakin o kitapta yaşanmışlıklar sana ait değilse, cümleler senden doğmuyorsa okurda da karşılığını bulmuyor. Oturup yazayım derseniz yazamazsınız, yazmak için önce yaşarsınız, uykusuz kalırsınız, yorgun düşersiniz, kitabın kahramanı sizsiniz. Ve kahramana eşlik eden romanın karakterlerine hep sen rol biçersin. Bu da yaşanmışlıktan gelen birikimin sonucu. Bir karakteri alır, birilerine benzetirsiniz; onu kötü karakter yapan sizsiniz. Ve o karaktere yıllardır söylemek istediğin ama söyleyemediğin sözcükleri de söylersin, ya da söyletirsin. Yazmak için taşmak gerekli. Taşmak için de yaşamak. Notlar bir araya geldiğinde yorumlamak ve kurgulamak kalıyor geriye. İşte o kurgulama sırasında önce kitabı kafanda yazıp bitiriyorsun, sonra süslemek kalıyor. Yazmak, kafanda tasarladığın o taşları, yerli-yerine koymaktır.
Çeşitli sivil lnsiyatif kurumlarında aktif görev aldığınızı biliyoruz. Halen Kahramanmaraş Edebiyat ve Sanat Derneği (MESDER) yönetim kurulu üyesi olarak dernek faaliyetleri içindesiniz. MESDER’in işlevi ve faaliyetleri hakkında neler söylemek istersiniz?
Mesleki yoğunluğum hayli fazla olmasına rağmen, kültürel kaygısı olan sivil toplum kuruluşlarının içinde bulunmak, etkinliklerine katılmak, görev almak beni mutlu ediyor. Dediğim gibi icra ettiğim meslek zihnen yorucu bir meslek. Benim farklı meşguliyetlerle uğraşmam, bir nevi hayatın bunaltıcı ruh hallerinden sıyrılıp, tabir yerindeyse, teneffüse çıkmak gibi hafifletici bir uğraş. Halen, Kahramanmaraş Mali Müşavirler Odası yönetim kurulu üyesi, başkan vekili olarak görevim var. Ayrıca uzun yıldan beri Kahramanmaraş Musıki Derneği ve Kahramanmaraş Hz. Mevlana Kültürün Araştırma ve Yaşatma Derneklerine katılıyor, neyzen olarak bulunuyorum. Kahramanmaraş Tarih Kültür ve Turizm Platformu yönetim kurulu üyesi ve genel sekreteri olarak faal bir sivil toplum kuruluşu içinde araştırmalar, etkinlikler tertipliyoruz. Diğer yanda gazeteci derneklerinde mensubiyetimiz devam ediyor. Tüm bunların yanı sıra mensubu olmaktan gurur duyduğum bir dernek daha var ki siz de belirttiniz; MESDER Kahramanmaraş edebiyat ve Sanat Derneği…
Mesder’de sizlerle beraber bir gayretin içindeyiz. Yaz mevsimi olmasına rağmen, haftada üç gün derneğimizde buluşarak, edebiyatımız adına Kahramanmaraş’ta neler yapabiliriz konusunu tartışıyoruz. Güzel projeler de gerçekleştirdik. Örneğin bunlardan birisi, dernek başkanımız Lutfi Bilir ve zat-ı âliniz Celalettin Kurt ismiyle çıkardığınız, Onikişubat Belediyesi tarafından basılan “Her Yanım Çığlık – Deprem Şiirleri” kitabınız, şehrimiz edebiyatı adına geleceğe taşınan kültürel bir miras olarak güzel bir hizmettir.
Çalışmalarımda her zaman ilham kaynaklarımdan biri de dostlarım olmuştur. Zira herkesin bir karakteri var. Benim de o karakterlere biçmem gerek roller… Karşılıklı bir durum. Bu gibi mekanlarda bir araya gelmek, konuşmak, yazarların üretkenliği ve veriminin artmasını sağlar diye düşünüyorum. O sebeple edebiyata ilgi duyan gençlerimizin, bu gibi edebiyat mahfillerinden istifade etmelerinin gerekliliğine inanıyorum.
Son romanınız *Germanicia Güzeli” adlı eserinizde, romanın final bölümü büyük bir deprem sahnesiyle tamamlanmıştı. Asırlar sonra tıpkı o romandaki gibi büyük bir depremle karşı karşıya kaldık. “Germanicia Güzeli”nden günümüze duygularınızı merak ediyoruz.
“Germanicia Güzeli” romanımda, geçmişten günümüze Kahramanmaraş’ı taşıyorum. Hikâyesinde merak ve aşk var. Tarihten kopup gelen gerçekleri bir araya getirmek gibi.
“Germanicia Güzeli” romanımızda kaleme aldığım deprem tasviri ne manidar ki on beş asır sonra yeniden romanın geçtiği kentte bütün şiddetiyle yeniden yaşandı ve yaşadım. Kitabı okuyanlar 6 Şubat depremi sonrası tarafımıza o bölümün sözcüklerini paylaşarak kendilerindeki duyguları paylaştı. Romandaki deprem anındaki bir kopuş, yok oluş ve kurtuluş vardı. Kurtuluş aşkın kurtuluşuydu.
Depremin izleri tarih sahnesinden asla silinmeyecek. Nasıl ki asırlar öncesini ”Germanicia Güzeli” Romanına konu etmişsek, 6 Şubat depremleri de asırlar sonrası hatırlanacaktır. Bu hafıza tazelenmesine elbette bizlerin vereceği eserler hizmet edecektir en çok da.
BAZEN BİR AN GELİYOR Kİ HER ŞEY BİR ANDA HİÇ OLUYOR
“Germanicia Güzeli” romanında tasvir ettiğiniz deprem sahnesini, sanki asırlar sonra kitabın yazarı olarak bizzat siz yaşadınız. Bu konuda bir şeyler söylemek ister misiniz?
Aslında bu konulara pek fazla girmek istemiyordum. Fakat yaşadığım ve yaşadığımız bir gerçek de var ortada. Allah hepimize sabır versin. Zor bir imtihandan geçtik ve geçiyoruz. Hani neveser bir şarkı sözü var ya:
Nale-i cangâhı canan duymuyor
Neyleyim tedbîre takdîr uymuyor
Bazen bir an geliyor ki her şey bir anda HİÇ oluyor.
Enkaz altında kaybettiklerini düşünürken, bir yanda da kurtulmayı beklemek… Tam vazgeçmişken bir ses duyup hayata tutunmak. Ses vermesini istediğin hayat arkadaşının, neşesiyle evine yaşam enerjisi katan yavrunun sesini duyamamak. Dağları delen bir aşkın çaresizce bekleyişi. Ve kurtuluş. Hastane odalarında geçen süre. Bir damla su için yalvarmak. O bir damla su nedir biliyor musunuz? Tüm kaybettiklerine yetecek gözyaşını içinde saklayan bir damla. Şimdi toprak bana farklı şeyler söylüyor. Farklı şeyler fısıldıyor. Bir an bir çığlık kopuyor. Sessizleşiyorsun, sakinleşiyorsun, yalnız kaldığında yeniden o ana dönüp sesleniyorsun. Ses yok, nefes yok, dışarıdan bir ses yeniden bekliyorsun.
MESDER’i sordunuz ya işte o çınlayan sesi bastıran zamanları yaşadığım yer. Dalıp dalıp hayattan koparken, kendime getiren dostların sesi. Her gün enkazlar arasında gezinirken; bir bina yıkılırken çıkan toz ve o tozun çığlığını duymak gibi yaşamak. Şehrin her tarafı çığlıklarla dolu. Kiminin eşi, kiminin çocuğu, kiminin annesi-babası… O çığlıklar hiç bitmeyecek. Velhasıl kitabınızın ismi gibi “Her Yanım Çığlık”
Evet, şimdi buradayım şu an oturuyorum ve sizin sorularınızı cevaplıyorum. Bir an durup her şeyin bittiği o ana dönüyorum. Sonra bu zamana gelmek o kadar zor oluyor ki…
Sizi duygulandırdık. Sorularımıza içtenlikle cevap verip bize zaman ayırdığınız için çok teşekkür ederiz.
Bana bu fırsatı verdiğiniz için ben teşekkür ederim.
Celalettin Kurt