
SATIN ALINMIŞ MUTLULUKLAR ÇAĞI
21. Yüzyılın insanı olmak her ne kadar pek çok açıdan avantajlı bir durum gibi gözükse de, maalesef günbegün bizi insan yapan güzelliklerden uzaklaştığımız bir çağda yaşıyoruz. Adı teknoloji olan o sinsi düşman, ne yazık ki evlerimizin içine kadar girip boy veren zehirli bir sarmaşık gibi bizleri esir alıyor ve aile içi iletişimlerimize mani olacak kadar hayatlarımızı olumsuz etkiliyor. Daha da üzücü olan şey ise, hepimiz farkında olsak da, çoğumuz bu girdaptan kurtulmak için yeterince gayret etmiyoruz. Kim bilir belki de tek tuşla istediğimiz her şeye ulaşabiliyor olmak, biz insanları gitgide tembelliğe ve rahatlığa alıştırıyor ve hatta bu konfordan uzaklaşma düşüncesi bile bizi bir hayli korkutuyor. Yaşadığımız veya bulunduğumuz yerde internetin olmaması fikrini asla kabullenemiyoruz. Adeta bir oksijen tüpüymüş gibi, wifi kablolarına bağlı hatta bağımlıyız.

Bir önceki yüzyılın sonlarına şahitlik etmiş olan biz büyükler, eskiden bizi mutlu eden küçük şeylerle çocuklarımızı mutlu edemiyoruz. Çünkü bu kapitalist çağın en büyük tuzağı, bir şeylerin değerinin fiyatıyla ölçülmesi ve ne üzücüdür ki nerdeyse hepimiz bu tuzağa bile isteye düşüyoruz. Teknolojinin hızla geliştiği bu garip çağda, kullandığımız eşyaların bir üst modeli çıktıkça eskisiyle olan sevgi bağımızı derhal koparıp yeni olanın arayışı içerisine giriyoruz ve bu arayışın sonunun olmadığını üzülerek görüyoruz. Materyalist düşünerek yaklaştığımız hiçbir şey, aslında bizi gerçek manada mutlu etmeye yetmiyor. Bir kısır döngünün içinde gibiyiz ve bu döngüden kendimizi kurtaracak insani meziyetlerimizi sürekli geri plana atıyoruz. Her geçen gün, doğadan ve doğal olandan biraz daha uzaklaşıp, yapay ve sanal olanlara yakınlaşıyoruz.
İnsan hem sosyal hem de manevi derinlikleri olan bir varlık olduğu için, tabiatından uzaklaşıp, ona aykırı yaşamaya başladığında, bir süre sonra hem psikolojik hem de bedensel sorunlarla karşılaşması kuvvetle muhtemeldir. Buna benzer bir örneği 6 Şubat depremlerinde yaşadık ve gördük. Doğaya kaldırabileceğinden fazlasını yükledik. Tarım alanlarını yok edip beton yığınlarına çevirdik. Onun da yaşayan, nefes alan bir canlı olduğunu unutup emrimizdeki diğer robotlar gibi, istek ve ihtiyaçlarımıza hizmet etmesini istedik. Sonunda doğa bize gereken cevabı çok acı bir şekilde verdi. Bizim ona fazladan yüklediğimiz ne varsa üzerinden bir hışımla attı ve atarken maalesef o yıkıntıların içerisine sevdiklerimizi de kattı. İşte o zaman gördük ki yaratılış gayesine ve yaratılmışlar arasındaki dengeye aykırı olarak yaptığımız ne varsa hepsi bir olumsuzluk olarak yine bize dönecek ve zarar verecek.
Bütün bunlardan yola çıkarak şu sonuca varmalıyız ki; biz insanlar elimizden geldiğince bu durağan, sanal, kablolu yapay dünyalardan uzaklaşmalı ve doğayı yeniden keşfetmeliyiz. Çocuklarımızı internet esaretinden kurtarıp bir su kenarına, bir ağaç gölgesine götürmeliyiz. Beraber bir tepeye tırmanmalı, çiçek toplamalı veya bir uçurtma uçurmalıyız. Çocuk dediğin bir salıncakta bir hamakta sallanmalı, çamurla oynamalı, çimlerde yalın ayak yürümeli, ağaca tırmanmalı, meyveyi dalından koparmalı, suya taş atmalı, koşmalı oynamalı ama ne olursa olsun doğayla iç içe olmalı.
Bu çağda dünyaya geldikleri için bu bahsettiğim şeylerin çoğunun onlara vereceği mutluluğu bilmeyen ve bu yüzden sanal mutlulukların peşinde koşan tatminsiz çocuklarımıza biz büyükler doğru örnek olup rehberlik etmezsek hep birlikte bu bataklığın içinde boğulup gideceğiz. Hareketsizlik, yanlış duruş, yanlış oturuş ve sürekli radyasyona maruz kalınması pek çok bedensel rahatsızlığa sebep olabileceği gibi, sosyal ortamlardan uzak kalmak da asosyalliğin ve psikolojik hastalıkların artmasına sebep olabilir. Bu yüzden toplum olarak bu konuda bilinçlenmeye gayret etmeli ve çözüm odaklı kararlı adımlar atmalıyız.
TEZAY TEZCAN AKKURT