ÇOCUK RESİMLERİ
Okul öncesi, anne babaların çocuklarına resim yapmaları için renkli kalemler ve resim defterleri aldıklarını hepimiz biliriz. En azından bizim kuşak ve bizden sonrakiler bilir. Çocuklar, bir hevesle çizdiği her resmi anne ve babasına göstermek için getirir, meraklı gözlerle onların yüz ifadelerinde beğeni işaretleri ararlar. ‘’Aferin çocuğum, güzel olmuş’’ demeniz, onları hem sevindirir, hem de onlara bir daha, bir daha bir şeyler çizme hevesi verir.
Peki, çocuklarımız bu ilk resimlerini çizerken ne düşünürler, neler hissederler? Uzun uzadıya hiç düşündük mü? Onları mutlu eden, sevindiren şeyler nelerdir diye hiç kafa yorduk mu? Korkuları ya da akıllarından bile geçirmek istemedikleri şeyler var mıdır, bunları biliyor muyuz? O çizdikleri şeyleri hiç düşünmeden, öyle durduk yerde mi çiziyorlar? Yoksa, yaşlarından beklemediğimiz incelikte şeyler mi düşünüyorlar? Tamam, çizilen bu resimleri elimize alıp, olabildiğimizce de ciddi olmaya özen göstererek, beğenimizi dile getiriyoruz da onların, o resimdeki her detay için neler düşündüklerini biliyor muyuz? Resmin en çok neresine yoğunlaşıyorlar, yani hangi öge onlar için birincil, bunların irdelemesini yaptık mı? Hiç zannetmiyorum. Çünkü o yıllarda, ben bu kadar kafa yormamıştım bu işe. Sadece onları teşvik edici bir-iki güzel söz, hepsi bu. Onları teşvik etmek elbette güzel bir davranış, ya ötesi? Yani onların o küçücük yaşlarda, o küçücük dünyalarında kurguladıkları, oluşturmaya çalıştıkları sembollere hangi anlamları yüklemeye çalıştıklarını tahlil edebildik mi? Bir anne-baba olarak, olayın bu yönüne biraz kafa yorsaydık, karşımıza çıkacak gerçekler, bizleri hayretten hayrete düşürürdü kanısındayım.
Okul öncesi yaştaki bu çocuklar ne çizerler, gelin bir de bunlara bakalım. İlk çizdikleri figürler; bir anne, bir baba ve mutlaka bir de kendisi. Genelde bu üç figürü el-ele çizerler. Niçin el-ele? Bu üç insan, mutlaka ve mutlaka, mutlu olarak ömürlerinin sonuna kadar beraber yaşamalılar, bu küçüğün fikrine göre. El-ele olmak, mutlu olmak demektir çünkü. Anneyi belirgin kılan saçlarının uzunluğu, babayı belirgin kılan ise saçının kısalığı. Kendisi, bazen ikisinin ortasında ama çoğu kez kenarda annesinin elinden tutan, boyu kısa olan sembol. Kendisinden daha küçük bir kardeşi varsa, onun elini ya kendisi tutar ya da babasının eline tutuşturur.
Kargacık burgacık çizgilerle çizilen, bu çöpten insanlardan oluşan üçlü, dörtlü figür, çocuğun bütün dünyasını temsil eder. Çocuk bu resmiyle, bu dünyada kendisi için en değerli varlıkların annesi ve babası olduğunu deklere etmez mi? Yani çocuk, sadece annesiyle ya da sadece babası ile yaşanılacak bir hayat istemiyor, her ikisi ile birlikte, hep beraber yaşanılacak bir hayat istiyor.“Ne annesiz yaşarım, ne de babasız”, diyor.
Düşünebiliyor musunuz, çocuğun o yaştayken kız ise bir sürü bebek, tavşan, ayı gibi oyuncağı, erkek ise, bir düzine oyuncak arabaları vardır. Belki bu oyuncakları başka çocuklarla hiç paylaşmıyorlardır da. O derece çok seviyorlardır yani. Ama bu resimlerde oyuncaklardan eser yoktur. Sadece anne ve babaları var. Şimdi bu çocuk, bu figürleri düşünmeden mi yaptı? Hiç olur mu? Hiç düşünmez olur mu? Hani nerede en sevdiği oyuncaklar, en sevdiği çikolata? O çocuk;“Ben burada (yani bu dünyada), ancak annem ve babamla birlikte el-ele yaşarsam mutlu olurum“, demek istemiyor mu? “İlk şartım bu”, demiyor mu?
İkinci figür, resmin daha arka planında bir ev. Bu üçlünün yaşayacağı sıcak bir yuva. Huzur içinde yaşayacakları bir sığınak. Evin boyutlarının, kapı ve pencere boyutlarının birbirleriyle, kendinin ve anne-babasının boyutlarıyla orantılı olup olmamasının önemi yok. Orantısız olabilirler, onlar teferruat. Çocuk, bir kere her şeyin özünü anlatmaya çalışıyor. Önemli olan ölçüler değil, içerik. Ama bu evin penceresi olması gerekir, çünkü sıkıldığında dışarı bakabilmeli (zaten çabuk sıkılıyor), yağmurlu ve soğuk havalarda babasının işten dönüşünü bu pencerede bekleyebilmeli. Bak bu çok önemli, evin kapısı, evin gözükmeyen yan ve arka cephesinde olmamalı. Kapı her zaman kendisine, anne ve babasına en yakın yerde olmalı. Yani, resmin bakılan tarafında olmalı. Yağmur yağabilir, güneş bunaltabilir, en önemlisi hava birden bire kararıp akşam olabilir, bu yüzden evin kapısı en yakın ve en uygun yerde olmalıdır. Evin kapısına kadar çizilen yol da, işte bunun için önemlidir.
Evin çatısı mutlaka olmalıdır. Çünkü o korur aileyi yağan yağmurdan, kardan, esen rüzgârdan. Çatı genellikle dar açılıdır. Tıpkı çok karlı geçen kuzey yarımküre ülkelerinde olduğu gibi. Çok kar yağarsa, tehlike yaratmasın, kolayca aşağıya kaysın diye düşündüklerini varsaymak hoşuma gidiyor. Hatta bazıları, beni utandırmak istercesine, bu çatı katlarına da pencere çiziyorlar. Bazı çatılarda baca da var. Eğer baca varsa, onun görevini bildikleri için, bacadan çıkan dumanı da sembolize ederler. Evin kendisi, nasıl ki manevi olarak bir yuvayı temsil ediyorsa, bacadaki duman da o evde yaşayanların hiç üşümediklerini anlatır.
Modern çağımızdaki anne-babaların, mikrop bulaşır endişesi ile hayvanlardan uzak tutmak istedikleri bu çocukların resimlerinin bir köşesinde, kedi veya köpek, ya da ikisinin birden bulunduğunu görürsünüz. Anne-babalar, mikrop bulaşır diye korkuyorlar ama çocuklar onlarla aynı fikirde değiller. Daha o yaşta, insanların, kedi ve köpeklerden daha çok mikrop ve hastalık taşıdıklarını biliyorlar sanki. Bu yüzden olsa gerek, resimlerinde kedi var, köpek var ama ailenin dışında başka insan yok.
Aynı resimde hem kocaman sapsarı bir güneş, hem de sayfanın diğer kenarında hilal bir ay bulunabilir. Bize biraz garip gelse de bu çocuklar, gündüzün resmini çizdikleri halde, güneş varken bir kenarda da ayın bulunabileceğini biliyorlar gibime geliyor. Sonra, bir tarafta ayçiçeği gibi gülümseyen kocaman bir güneş dururken, bacadan dumanın çıkmasının da bence hiçbir mahzuru olamaz, çünkü tarih, havaların hâlâ serin geçtiği ilkbaharın ilk günlerini gösteriyor olabilir. Görüyorsunuz değil mi, her şeyin mantıklı ve makul bir açıklaması var o küçücük beyinlerde.
Resmin bir kenarında yine, çöpten bir ağaç ve dallarında kuşlar var. Bakar mısınız, ne güzel bir birliktelik yine. Ağaç varsa, mutlaka kuş da olmalıdır. Ama ağaç olmazsa kuş nasıl yaşasın. Her zaman, ikisi birlikte güzel.
Siz bakmayın onların boylarının, yüreklerinin ve kafalarının küçüklüğüne. Onların korkuları da çok büyük, sevgileri de. Gösterdikleri her sevginin arkasında, göstermedikleri, göstermek istemedikleri korkuları saklı. Aslında çizdikleri o figürlerin her biri, kaybetmekten ölesiye korktukları varlıkların ta kendileri. Öyle olmasa, o boş sayfalara bunları çizmezlerdi, sadece kendilerini çizerlerdi. Büyüklerin yaptıkları her işte kendi egolarını öne çıkarma çabaları gibi. Siz onların ellerinin ve parmaklarının mini-minnacık olduğuna da aldanmayın. Bu derinlikteki, bu kompozisyon resimleri o küçücük eller, o kalem parmaklar çiziktiriyor.
Çocuklarınızın çizdiği resimleri saklayın, koruyun. Sadece bu resimleri korumakla kalmayın, onların gerçekten çok istedikleri, bozulmasından ve yok olmasından ölesiye korktukları, bu güzelim birlikteliği de koruyun. Korumanın yollarını bulmaya çalışın. Çünkü bunu başaracak büyüklükte beyine ve yüreğe sahip olan sizlersiniz. Daha hiçbir günaha bulaşmamış saflıktaki çocuklarınızın sizden dileği bu. Bunun için çizdiklerini düşünüyorum o resimleri. Sadece bunun için. Mesaj veriyorlar bence. Sevgilerinin ve korkularının mesajını. Unutmayalım.
Lütfi BİLİR