ORTAK YANLARIMIZ VE KIRILMALAR
Ortak yanlarımızı düşündüm de, sonuçlarına üzülmedim diyemem. Bakalım sizler ne dersiniz. Bir kırk yıl geriye doğru gittiğimde anılarımı zorladığımda, bizleri mutlu kılan dostluklar, komşuluklar, arkadaşlıklar yaşamış, hatta bu erdemli yaşantımızı devam ettirme adına, nice fadakârlıklar yaparak, vefakarlığımızın devamı için cefa çekmiş olsak da, nefsi gayretler sarf etmişiz. Her daim birbirimizi aramış sormuş, dertleri ve sevinçleri paylaşarak mutlu yaşamışız…
Kısaca mazimize şimdiye nazaran daha güzel yaşanmışlıklar bırakmışız. Bunlar hoş seda olarak baki kubbede yerini almış erdemli hasletler. Anlatmakla bitiremeyeceğimiz gibi tekrarından da usanmayız çoğu zaman. Bazen derin bir âh çekerek başlarız söze, bazen de
“hey gidi günler hey!” diye başlangıç nidasıyla geçmişin güzel anılarına yolculuk ederiz. Kederlerimizi hazan gibi, sevinçlerimizi ilkbahar tadında anlatırız…
Sonra uzun bir sessizlik alır bizi mazinin sayfalarından bugüne getirir. İnce bir tefekkür neticesinde kendimizi kıyaslarız adeta, sorgulama kapısında imtihan atmosferine gireriz…
Ortak yönlerimiz ne alemde, hatırlamak, sizlerle paylaşmak istedim. Mesela en son kimi ziyarete gittik, hal hatır sorduk, ekonomik durumuna vakıf olup bir yardımda bulunduk. Dostlarımızın kaç çocuğu var, ne iş yaparlar, yolda görsek tanır mıyız veya onlar bizi tanıyıp, ata baba dostu deyip sahip çıkar mı, yoksa canlar mevta olduktan sonra her şey bitmiş mi olur! Komşuluklarımız şimdi nasıl, eskiye nazaran daha yakınız şimdi, aynı apartmanda oturuyoruz, bir birimizle ne kadar alakadarız. Selamlaşıyor hal hatır soruyor muyuz, hastalık, geçinme durumlarından haberdar mıyız!
Ölmüşlerimizle ne durumdayız, çocuklarımızı alıp mezar ziyareti yaptığımızda, ziyaret adabı içinde neler yapıyor, çocuklarımıza Fatiha okumasını hatta ne anlama geldiğini anlatarak güzel bir örnek olmuş muyuz? Din konusunda hassasiyetimiz ne durumda, çocuklarımıza bu konuda neler verebildik, yoksa özgürlük adına engin bir hoşgörüye kurban mı ettik, çok yakın bir tanıdığımın evladı “ben ateistim” dediğinde kendimden utandım. Yeniden inancımı ve yaşantımı sorguladım , bir kırk yıl sonrasında nerden nereye geldik. Farkındalıklarımız kırılma noktasında acziyete düşmüş ne yazık ki!
En son oğlumuz veya torunumuzla ya da bir dostumuzla camiye birlikte gidebildik mi yoksa üçüncü haftaya mı bıraktık son cumayı. Mevlâ ile diyalogumuz ne âlemde, dertleşebiliyor halimizi anlatabiliyor muyuz? O bize şah damarımızdan daha yakın olmasına rağmen, her gün bizi gözetlemesine rağmen…
Ya gayelerimiz, hedeflerimiz, okuduklarımız, kazanımlarımız. Ne kadar başarabildik, erdemli insan olma yolunda neler kazandık neler kaybettik, yoksa yıllarca hayran olduğumuz mefkureler inkisara mı uğradı. İdealimizde olan örnek insanların yerlerini başkaları mı doldurdu. Sol cenah hiçbir zaman sağ öncülere itibar etmezken, bizler nasıl da kırk yıl önce beğenmediğimiz fikir ustalarını şimdi dilimizden düşürmüyoruz!
Kazançlarımız ne durumda, helal-haram noktasında duyarlılığımız ne durumda, buna makam mevki, şan şöhret de ilave edebiliriz. Hedefe ulaşabilmek için neler yaptık, kimlerin hakkını yedik, kimleri üzdük, otokritik noktasında nefis mücadelesinin neresindeyiz…
Bir de edebiyatımız var gönül penceremizden seyrine doyamadığımız. Neler yazdık, ne eserler bıraktık, eserimizi kendimiz mi yazdık yoksa kopyala yapıştır havasına mı girdik. Ne kadar okumuşluğumuz, örnek almışlığımız var. Edebiyat sevgisiz aşksız her daim eksik olduğuna göre, bu ahengin neresindeyiz… Ortak noktalarımızı bir daha gözden geçirelim mi ne dersiniz!
Hanifi Yılmaz