ABDURRAHİM KARAKOÇ’UN MİHRİBAN ŞİİRİNİN DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ
Sanat ,dünyanın en büyük ve en tesirli silahıdır. Yüzyıllar da geçse tesirini ve etkisini kaybetmez ve kaybetmeyecektir de. Günümüze kadar Müslüman toplumlarda sanata ve edebiyata pek de muteber bakılmamış ve sanat, bu toplumlarda hala tam anlamıyla anlaşılabilmiş de değildir. Oysa son yüzyılı baz alırsak görülecektir ki batı toplumları sanatı ve edebiyatı muazzam bir silah olarak kullanmışlar ve de kullanmaktadırlar. Üçüncü dünya ülkelerini bu silahla vurmuşlar ve vurmaya da devam etmektedirler. Buna mukabil doğu toplumlarında sanat ve edebiyat hep küçümsenmekte ve hatta bu toplumlarda fuzuli bir eğlence olarak görülmektedir. Ancak bu toplumların geçmişlerinde derin izler bırakmış hadiselere, yetişmiş liderlere ve bu liderlerin arkasındaki kitlere baktığımızda hepsinin arkasında sanatçıları ,şairleri görürüz…
Şüphesiz Türk edebiyatında da Sanatı- Edebiyatı idrak etmiş gücünü, tesirini anlamış ve anlatmış sanatçılarımız (şair ve yazarlarımız) olmuştur. M. Akif gibi, N. Fazıl gibi, Nazım Hikmet gibi… Bu örnekleri çoğaltmak mümkündür. M. Akif sanatını (şiiri) Milli Mücadele yıllarında ve sonraları muazzam bir silah olarak kullanmış, O’nun Çanakkale şehitleri manzumesi hala tesirini kaybetmemiş, yandıkça gücünden bir şey kaybetmeyen tılsımlı bir kütük gibi aynı şiddette yanmaya ve yakmaya devam etmektedir. Keza N. Fazıl (her zaman söylerim; Akif’in diktiği fidanı-Asımın neslini) gözyaşlarıyla sulamış ve bu çınar bugün bütün cihana dal budak salmıştır. Bugün ülkemizi yöneten insanların bunların tezgahında yetiştiklerini de düşünürsek haksız olmadığımız anlaşılacaktır. Mihriban şiirine geçmeden bu bahsi Üstad N. Fazıl’ın:
“Anladım işi sanat Allah’ı aramakmış
Gerisi yalnız çelik çomak oynamakmış!”
İfadeleriyle tamamlayalım ve esas mevzuumuza geçelim. Mihriban şiirine tahlil yapma ihtiyacı nerden çıktı gibi bir sual akla gelebilir şüphesiz. Tahliller kabul görmüş dillerde pelesenk olmuş değerler için yapılır. Bu bağlamda “Mihriban” şiiri de bu çalışmayı –tahlili – hak ediyor zannındayız. Yine bu şiire çok tahliller, incelemeler yapılmıştır ne lüzumu var ki diye bir sual akla geldiğinde, biz dahi kendi penceremizden bakarak yahut baktırarak böyle bir değeri taçlandıralım istedik…
Bu bağlamda A. Karakoç’a ve o’nun Türk Edebiyatındaki yerine bakmakta fayda var düşüncesindeyiz.
Karakoç, Türk Halk Edebiyatındaki ozan, aşık geleneğinin yirminci yüzyıldaki en büyük temsilcisi hatta son ustalarından biridir. Karacaoğlan’ın ,Dadaloğlu’nun, Emrah’ın, Seyrani’nin çizgisinin devamında Karakoç’u görmekteyiz. Karakoç bu isimlerden en çok Seyrani’ye yakındır dersek daha doğru olur. Çünkü her ikisinin de şiirlerine bakıldığında aşkın, hicvin ve tasavvufun iç içe olduğu, yine her ikisinin de aşık geleneğinden geldiği görülecektir. Kısacası bunların elinde hece kıvrak bir ceylan gibi sekmiş ,sivri ve hızlı bir ok gibi hedefine saplanmış olduğu görülmektedir. Bu bağlamda Seyrani’yi ve Karakoç’u bir potada işleyip değerlendirmek gerek düşüncesindeyim. Biri 19.yüzyılın diğeri 20. yüzyılın iki güçlü hece ,aşk, hiciv ve tasavvuf şairidir . Her ikisinde de hece, aşk ve hiciv zirve yapmıştır. Bu bağlamda Karakoç’a aşk ve hiciv şairidir dersek yanılmış olmayız.
Tekrar Mihriban şiirine dönecek olursak , Mihriban şiiri ,son elli yıla damga vurmuş, dilden dile gezen bir şöhrete sahip olmuştur. Bu haklı şöhreti şüphesiz şairinin gücünden gelmektedir ancak hakkını iade etmek anlamında Musa Eroğlu‘nun bestesiyle de şöhrette zirve yapmıştır diyebiliriz.
Yine bazı tahlilciler Mihriban şiirinin tahlilini yaparken bu tahlilcilerin şiire zoraki tasavvufi bir hava vermeye çalıştıkları görülmektedir ki biz bunlara kesinlikle katılmıyoruz. Ancak şiirin geneline bakıldığında yer yer tasavvufi ifadeleri yakalamak mümkün olsa da, şiirin tamamında beşeri aşkın zirve yaptığı görülmektedir. Tasavvufi ifadelerin şiirde yer bulması şairinin beslendiği kaynaklar açından son derece normaldir. Karakoç’un hem yaşamında hem de sanatında şüphesiz tasavvuf zaman zaman kendini gösterir ancak şiirin yazıldığı dönem (Karakoç’un yaşı) itibariyle bakıldığında şiire tasavvufi bir hava vermek haksızlık olur.
Şairin ve şiirin gücü, şairin şiirde yakaladığı imgelerden anlaşılır. Bize göre imge şiirde kullanılan orijinal ifadelerdir yoksa şiire sadece ahenk açısından (vezin-kafiye-ses tekrarı ve dil gibi)bakarsak şiiri de şairi de hafife indirgemiş oluruz. Bu bağlamda bu şiiri farklı kılan da içinde barındırdığı orijinal ifadelerdir. Yalnız Mihriban şiirinin ikinci bölümüne baktığımızda imge yönünden üç zayıf dize; “Yıllar sinene yaslanır-Hâtıraların paslanır-Bu deli gönlün uslanır” dışında neredeyse imgeye hiç rastlamıyoruz. İkinci bölümde klasik Halk şiiri anlayışının hakim olduğu , imgelerin yani anlam derinliğinin çok az olduğu sığ ,sade bir şiirle karşılaşıyoruz.. Kısacası şiirin ikinci kısmının birinciye göre zayıf kaldığını söylemek mümkündür. Şiire haklı şöhreti sağlayan da bize göre birinci bölümdeki bu imgelerdir.” Sarı saçlarına deli gönlümü bağlamışlar- Lâmbamda titreyen alev üşüyor- Her nesnenin bir bitimi var ama- Kar koysan köz olur aşkın külüne”
Sarı saçlarına deli gönlümü
Bağlamışlar, çözülmüyor Mihriban!
Şair , sadece içinde bulunduğu aşkın büyüklüğünün ve yüceliğinin anlaşılabilmesi için bu tür ifadeleri kullanmıştır. Divan ve Halk Edebiyatı geleneğimizde sevgili hep siyah saçlıdır,sarı saç pek kullanılmaz. Sevgilin saçları ,zülüfleri siyah, yüzü ay gibi beyaz ve parlaktır. Sevgili zıtlıklarıyla güzeldir. Bilinenin aksine şairin, sevgilinin sarı saçlarına deli gönlünü bağlamış olması aslında sağlam bir aşk da değildir . Kısacası sevenin de sevilenin de aslında ayakları tam yere basmamaktadır. Yani tamamıyla madde ağırlıklı bir sevdanın kokusunu alıyoruz. Şairin deli gönlünü, sevgilin sarı saçlarına (ezelde)bağlamışlar ,sonra sevgilinin sarı saçlarına deli gönlünü bağlayan aşığın kendisi de değildir . “Bağlamışlar” ifadesiyle bu aşkın ezelde karar kılındığını, yazıldığını söyler. Bize göre sadece ona, yani içinde bulunduğu aşka yücelik ve kutsiyet atfetmek açısından “bağlamışlar” ifadesini kullanmıştır ki tasavvufi hava olduğunu iddia edenlerin birçoğunun da hareket noktası bu kelimedir. Bize göre şair , sadece sevgisinin büyüklüğünü anlatmak için kullanmıştır bu kelimeyi. Yoksa buradan tasavvufi bir hava çıkarmak haksızlık olur.
Ayrılıktan zor belleme ölümü
Görmeyince sezilmiyor Mihriban!
Divan ve Halk Edebiyatı geleneğimizde hep ayrılıktan şikayet edilir. Kavuşmak ,sevgiliyle bir olmak pek de tercih edilen bir şey değildir. Her ne kadar aşık, ayrılıktan şikayet etse de bu halden memnundur. Çünkü kavuşmak aşkın mezarıdır düşüncesi yaygındır ve aşk ise ayrılıktan beslenmektedir… Ayrılıktan zor belleme ölümü, ayrılığın ne demek olduğunu ancak aşıklar bilir ve belki ölüm bir defa acı verir ama ayrılık her gün acı verir denilir… Aşığın kaderi de ayrılık ve hasrettir. Aslında aşık bu halden memnundur, gamı ve aşkı besleyen de ayrılıktır. Ama bu ayrılık ölümden zordur ve kavuşulması kıyamete kalmış bir ayrılıktır. Bu da ancak gerçek aşıklar tarafından bilinir ve görülür. Burada şairin divan şiiri geleneğine hakim olduğunu görüyoruz. Yani şair divan şiirindeki aşık-maşuk ilişkisini iyi bilmektedir.
Yâr deyince kalem elden düşüyor
Gözlerim görmüyor aklım şaşıyor
Lâmbamda titreyen alev üşüyor
Aşk kağıda yazılmıyor Mihriban!
Yüzyıllardır bilinir ki aşık sadece sevgiliyle meşguldür ve onun dışındaki her şey lüzumsuzdur.
O. Yüksel Serdengeçti’nin “Senin için geliyor dediler aklım gitti, gelirsin aklım gider gidersin aklım gider “ dediği gibi. Sevgili de her zaman aşığın aklını, fikrini meşgul ettiği için ,aşığın gözü ondan başkasını görmez. Belki de şiirin en güçlü bölümü burasıdır. Şair zıt unsurları kullanarak şiirini zirveye taşımıştır. Lambada titreyen alev üşüyor. Yani sevgilin adı geçtiğinde aşığın aklının gitmesi, gözlerinin görmemesi çok normal ancak bu öyle büyük bir aşk ki alev yani ateş bile titremekte üşümektedir. Sonra aşkı mantıkla, akılla anlamak ve anlatmak da mümkün değildir. Onun ne izahı ne de mantığı vardır. Kağıda yazılarak da anlatılması mümkün değildir. Mevlana’nın “aşk nedir “sorusuna “ben ol ki bilesin “ dediği gibi. Bu sorunun izahı da anlatılması da mümkün değildir ,ancak yaşanarak bilinir ve aşkın, önü de arkası da acı, özlem, ayrılık ve hasrettir. Bunlar da yazıyla sözle anlatılır şeyler değildir şaire göre…
Önce naz sonra söz ve sonra hile
Sevilen seveni düşürür dile
Seneler asırlar değişse bile
Eski töre bozulmuyor Mihriban!
Şair buraya kadar olan kısımlarda bize genel anlamda aşkın tarifini ve boyutunu çizmiştir. Daha sonra da çizmeye devam edecektir. Ancak bu bölümde bilenen anlamda sevgilinin nazından ,hilesinden ve aşığını dile düşürmesinden şikayet etmekte olsa da şair (aşık) yine de bundan şikayetçi değildir ve bunu bir kabulleniş halindedir. Çünkü bu bir gelenektir ve her zaman sevgili naz eder, hile eder ve aşığını dillere düşürür. Şair bunu aslında beklemektedir ve “eski töre bozulmuyor” diyerek sevgilinin vefasızlığının eski bir gelenek olduğunu buna da rıza gösterdiğini söyler.
Tabiplerde ilaç yoktur yarama
Aşk değince ötesini arama
Her nesnenin bir bitimi var ama
Aşka hudut çizilmiyor Mihriban!
Aşkın izahı da çaresi de yoktur ve tedavisi de mümkün değildir. Fuzuli’nin “ Ya Rab bela-yı aşk ile kıl aşina beni – Bir dem belâ-yı aşktan kılma cüdâ beni” dediği gibi aşıklar bu halden memnundur ve bunun çaresiz bir şey olduğunu iyi bilmektedirler. Çünkü aşk zirvedir ve herkese de nasip olacak bir şey değildir. Sonra her canlı ölecektir , her şey son bulacaktır ama aşkın hududu da sınırı da yoktur. Yunus’un “ Ölürse tenler ölür, aşıklar ölesi değil” dediği gibi. Bu ifadelerden de şairin tasavvuf kültürüne sahip olduğunu söylemek yerinde olacaktır. Ancak yine mezkur ifadelerden hareketle şiirde tasavvufi bir hava vardır demek yanlış olur.
Boşa bağlanmamış bülbül gülüne
Kar koysan köz olur aşkın külüne
Şaştım kara bahtın tahammülüne
Taşa çalsam ezilmiyor Mihriban!
Şairin , Divan edebiyatı şiir geleneğine hakim olduğunu söylemiştik, Gül ve bülbül mazmununu kullanarak aşkının boyutunu anlatmaktadır. Yine zıt unsurlar kullanarak ”Kar koysan köz olur aşkın külüne” imgesiyle aşkın mantıkla, akılla izah edilemeyeceğini, fizik kurallarının burada işlemediğini söylemektedir. Aşk o kadar sıra dışı, güçlü bir şey ki yanmış tükenmiş külü bile, karı köz etmeye yetecektir. Aslında bu kadar sıra dışı oluşlara ,olumsuzluklara rağmen şair yine de bundan şikayetçi değildir ve böyle sıra dışı bir hadiseye (aşka) kara ,talihsiz bahtının nasıl dayandığına şaşırarak hayret etmektedir. Kara baht ile sevgiliye ulaşamadığını gam ve keder içinde olduğunu anlıyoruz. Bu kadar eziyete ,gama ,hasrete rağmen gönlünün bahtının ezilmediğini, bu işten vazgeçmediğini ve aşkında da kararlı olduğunu sevgiliye haykırmaktadır.
Tarife sığmıyor aşkın anlamı
Ancak çeken bilir bu derdi, gamı
Bir kördüğüm baştan sona tamamı
Çözemedim çözülmüyor Mihriban!
Şiirde baştan sona muhatap sevgilisi Mihriban gibi görünse de ,Şair hem aşkın tarifini, sıra dışılığını hem kendi aşkının,yüreğinin büyüklüğünü sevgiliye hitap ederek anlatmaktadır.Evet aşkın tarifi şudur diye kesin bir tanımı, hududu yoktur. Ancak onun ne olduğu çekenler bilir. Ve aşk aslında bir safa ,eğlence ,zevk de değildir. Aslında aşkta safa umanlar aşkı bilmeyenlerdir denilmiştir. Şair de bunu bir dert ,gam olarak tarif etmektedir. Hatta izahı, çözümü olmayan bir kördüğüme benzetmiştir. Bu kördüğümü kendisinin çözemediğini zaten çözmenin de mümkün olmadığını söylemektedir. Aslında yüzyıllardır işlenen bilinen bir temanın farklı bir boyutta dile getirilmesinden başka bir şey değildir. Karakoç’un Mihriban şiiri, İmgeler bakımından yine halk şiiri geleneğimiz içerisinde yazılmış en güçlü aşk şiirlerinden biridir dersek yanılmış olmayız…
Unutmak kolay mı?” deme
Unutursun Mihriban’ım.
Oğlun, kızın olsun hele
Unutursun Mihriban’ım
Şiirin ikinci bölümüne yüzeysel olarak baktığımızda şekil ve içerin değiştiğini ,anlam derinliğinin azaldığını görmekteyiz. Sanki burada şair sevgilinin şikayetlerini özellikle ayrılıktan şikayetini dile getirmektedir. Edebiyatımızda sevgilinin nazını,sitemini ,vefasızlığını görürüz ama aşktan şikayetine kolay rastlayamayız .Bu bağlamda Mihriban şiirinin birinci bölümünde aşığın, ikinci bölümde de sevgilin (maşukun)sesini duyuyoruz. Yani birinci bölümde şair kavuşamamaktan şikayet ederken ikinci bölümde ayrılıktan şikayet eden sevgili olmuştur. “Unutmak kolay mı? deme/ Unutursun Mihriban’ım; maddi aşk için unutmak ve unutulmak en son istenilecek arzu edilecek şeydir. Her ne kadar unuttum, unutuldum dense de yürek de hiçbir şey, hele iz bırakmış olanların unutulması mümkün değildir. Bir başka şairin “Yüreğim bir kabristan ey sevgili / Ne sevdalar gömdüm ben yüreğime /Kimine türbeler yaptırdım ,kimine mezar taşlarını bile çok gördüm” dediği gibi. Bir şeyin unutulması mümkün değildir, gönlümüze gömer ve sadece üzerine toprak atarız, unuttuk diye de kendimizi kandırırız. Bu hakikati zaman bile değiştiremez. Her ne kadar hafıza-i beşer nisyan ile maluldür denilse de bize göre bu nisyan , yani unutma hali sadece sıradan olaylar için geçerlidir. Aşk için böyle bir ifadenin kullanılması mümkün değildir. Zaten bu hakikati Karakoç’un kendisi de “Bazen aklıma düşüyor. Ben “unutursun” diyorum ama insan hiçbir zaman unutamıyor, diyerek itiraf etmiştir.
Gün geçer, azalır sevgi
Değişir her şeyin rengi.
Bugün değil, yarın belki
Unutursun Mihriban’ım.
Evet zaman her şeyin ilacıdır derler, şüphesiz unutulmasa da “gözden ırak olan gönülden de ırak olur” denilir. Karakoç da bunu bilmektedir ve ‘gün geçer,azalır sevgi /Unutursun Mihriban’ım’ dizeleriyle zamanla her şeyin değişeceğini, sevginin azalacağını söyleyerek, sevgiliyi başka ifadeyle kendisini teselli etmektedir. Yine de şair kesin çizgiler koymayarak ‘belki’ demektedir. Yani unutman da unutmam da mümkün değil ama belki unutursun demektedir , aslında unutmak da unutulmak da istememektedir. Zaten hiçbir seven ve sevilen de unutmak ve unutulmak istemez; çünkü unutulmak ölüme eş değer bir şeydir.
Yüzeysel olarak ele aldığımız ikinci bölümden sonra şiiri şekil yönünden de incelediğimizde ;Halk edebiyatı şiir geleneğimizin Karakoç’ta güçlü bir şekilde devam etiğini görüyoruz. Birinci bölümde nazım şekli olarak koşma, nazım birimi olarak da dörtlük kullanılmıştır. Milli ölçümüz olan hecenin 11 li kalıbıyla yazılmıştır. Duraklar pek sağlıklı değil, 6+5 ile başlamış 4+4+3 ile devam etmiştir ve şiir boyunca durakların yer değiştirdiği görülmektedir. abab / aaab / cccb / dddb /cccb / dddb şeklinde kafiye düzenine sahiptir. İkinci bölümde nazım şekli olarak Semai tercih edilmiş ve 8 ‘li hece vezni kullanılmıştır. Güçlü kafiyeler ve rediflerle şiire hareket ve coşkunluk katılmıştır. abab/ cccb/dddb… şeklinde devam etmiş dize tekrarlarıyla ahenk oluşturulmuştur. Kısacası şiir ahenk (duraklar hariç) bakımından kusursuzdur. Zaten bestelenip dilden dile dolaşarak haklı bir unvana sahip olması da bunu göstermektedir.
Ezcümle Karakoç’ların (Sezai Karakoç, Bahaettin Karakoç ve kardeşi Abdurrahim Karakoç) varlığıyla seviniyorduk; ama son on yılda üçü de güzel atlara binip bizi terk ettiler. İnşaallah Türk Edebiyatındaki boşlukları en kısa zamanda dolar. Hepsini saygı ve rahmetle selamlıyoruz…
Nafiz YILDIRIM