
TÜRKİYE YAZARLAR BİRLİĞİ KAHRAMANMARAŞ ŞUBESİ’NİN YİRMİ YILI AŞKIN BİR SÜRE BAŞKANLIĞINI YAPTIM
SORU: Merhaba İsmail Bey, okurlarımız sizi biraz daha yakından tanısın istiyoruz, neler söylersiniz?
CEVAP:Ali Bey üstadım. 1968 Maraş doğumlu bir kardeşinizim. Selçuk Üniversitesi Kamu Yönetimi Bölümü’nden mezun oldum. 1996 yılından bu yana Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi Kamu Yönetimi Bölümü’nde öğretim görevlisiyim. Türkiye Yazarlar Birliği Kahramanmaraş Şubesi’nin yirmi yılı aşkın bir süre âcizane başkanlığını yaptım. Üniversitemizde Kültür ve Medeniyet topluluğu akademik danışmanı olarak ve Kahramanmaraş ve Çevresi Kültürel Değerlerini Araştırma Merkezi Müdürü olarak talebelerimizle beraber pek çok kültürel faaliyeti gerçekleştirdik. Dostlarla beraber radyo ve televizyon programları yaptık. Bunlarla beraber elbette akademik faaliyetler çerçevesinde kitap, makale, tebliği gibi çalışmalarımız oldu. Akademik çalışmalarımı dört kitapta topladım. Bunlar, Medeniyetin İhyası için İnsanın İnşası, Türk Kültür tarihi Üzerine Yazılar, Bürokratik Kültür ve Kişilik ve arkadaşım Mehmet Yılmaz’la ortak çalışmamız olan Sosyal Problemler ve Sosyal Risk Analizi isimli kitaplardır. Bunların dışında edebiyat ve sanatla ilgim hasebiyle yazdığım ve çeşitli dergilerde mecralarda yayınlanmış olan şiir ve denemelerimi bir araya getirerek oluşturduğum iki kitabımdan biri Soluk Soluğa-Şiirler kitabı; diğeri Erenler Dertliyiz Derman İsteriz-denemeler kitabıdır.
ÇOCUKLUĞUMDA EVİMİZDE TELEVİZYON YOKTU, BU BENİ OKUR YAZAR YAPTI DİYE SÖYLERİM
SORU: Okuma ve yazı yazma serüveniniz nasıl başladı, eserleriniz hakkında biraz bahseder misiniz?
CEVAP:Ali Abi, bazen latife kabilinden söylerim, küçük çocukken evimizde televizyon yoktu, bu beni okur-yazar yaptı diye. Hakikaten küçük çocukken okumaya pek bir hevesim vardı. Babam geceleri lambalar yanıyor, uyumuyorsun der kızardı. Eski evlerde 2,5 voltluk küçük gece lambaları olurdu. “düğ” derdik onların takılı olduğu hazneye. İşte o düğ ile yatağa bir gece lambası çekmiştim, o lamba ışığında okuyarak uyurdum genelde. Sonraları Muzaffer Gözükara hocamın yönlendirmesiyle Bahaddin Karakoç Abinin Maraş işhanı’ndaki Dolunay yazıhanesine gidip gelmeye başlamıştım lisede. Orada Ali Yurtgezen Hocam, Ahmet Doğan İlbey Ağabey ve daha nice büyüklerimle yakın olma fırsatı buldum. Akabinde Fazıl Tiyekli Hocamın kurduğu Türkocağı Maraş Şubesi ve devamında Türkiye Yazarlar Birliği Maraş Şubesi derken hep bir yazan okuyan çevre içinde bulundum. İlk olarak Türkocağı’nda Ahmet Doğan İlbey Abinin nezaretinde çıkan aylık bültenle şiir yazmaya başlamıştım. Önceden beri şiir karalamalarım olurdu. Derken Kırağı, Gülbang gibi dergilerle denemelere geçmiş olduk. Böylece devamı geldi.
TASAVVUFTA EN BÜYÜK DERT, DERTSİZ OLMAKTIR, DENİLİR
SORU: Son çıkardığınız kitaplarınız,”Soluk Soluğa” ve “Erenler Dertliyiz Derman isteriz” buradan yola çıkarak; yazar dertli mi olmalı? Siz dertli misiniz? Dertli olmaktaki muradız nedir? Desem neler söylersiniz?
CEVAP:Derdi olmayan neden yazma gereği duysun ki. Yunus, “ya ben öleyim mi söylemeyince” der. Sizin de mensubu olduğunuz Mevlevî kültüründe malumunuzdur, dervişân birbirine “Allah derdini artırsın” diye duâ ederlermiş. En büyük dert, dertsiz olmaktır denilmiş. Bahsettiğiniz başlık, denemeler kitabında Yunus Emre hazretleriyle dertleşme babında yazılan bir denemenin başlığıdır. Onun dediği gibi “Dolap niçin inilersin, derdim vardır inilerim”. Bu dünyaya gelmek başlı başına bir dert zaten. Yedi iklim üç kıta medeniyetimizden yetim kalmışlığımız bir dert; biz de dahil, Bosna’dan Kaşgar’a medeniyet coğrafyamızda mütegallibe elinde sersefil olmamız, zulümlere maruz kalmamız bir dert. İnsanı seküler bir kuşatmayla, beşeriyet derekesine indirip değersizleştiren bir küresel sistemde gençlerimizin devşirilmesi bir dert, konformist ve hedonist bir hayatı yaşamak için kimsenin derdini acısını duymayan egoist bireyin yeryüzüyle beraber mübarek vatanımızda da çoğunluğu oluşturur olması bir dert. Hangi birini sayalım Ali abi. Şahsî dertleri sayma gereği bile duymuyorum zaten.
Şiir kitabında yer alan bir şiirin son bölümü şöyle bitiyor:
Yük
Omuzlarımızın çökmüşlüğü
Gametimizin eğriliği aldatmasın
Yük taşımadık yüreğimizden gayrı…
Gerek denemelerde gerekse şiirlerde bu derdi anlatmaya gayret ettim zaten. Okunmasını dilerim.
LİSE YILLARIMDA TÖRE DERGİSİNDEN TÜRK DÜNYASINI TANIDIM
SORU: Kültürel kimliğinizin oluşmasında beslendiğiniz kaynaklardan biraz bahseder misiniz?
CEVAP:Küçükken evimizde rahmetli ağabeyimin yadigârı olan Buharî ciltleri vardı. Oradaki hadisleri bir hikâye okur gibi okurdum. Bir bedevi geldi, şunu sordu gibi. Lisede okumakta olan abimin abone olduğu Töre dergisinden Türk dünyasını tanıdım. İmam hatip orta kısımda Envarül Aşikîn ile başlayan tasavvufi kitaplara ilgim hiç eksilmedi. Yavuz Bahadıroğlu merhumun akıncı romanlarıyla başlayan tarih merakım da öyle. Necip Fazıl merhumun Çile’si ile çile edinip, Son Devrin Din Mazlumları gibi kitaplarıyla yanlış giden şeylerin tasrihi, merhum D. Mehmed Doğan Abinin Batılılaşma İhaneti ve devamında yakın tarih okumaları bizi yönlendirmiştir. Erol Güngör Hoca ve Cemil Meriç’i hocalarım olarak kabul etmişimdir. İlim satırlarda değil, sadırlardadır denmiş. Benim en önemli beslendiğim kaynaklar Ali Yurtgezen, Muzaffer Gözükara, Savaş Kıyak, İlker Ciğerlioğlu, Ahmet Doğan İlbey gibi büyüklerim olmuştur.
BÜTÜN MEDENİYETLERİN KAYNAĞI DİNDİR
SORU: “Medeniyetin İhyası İçin İnsanın İnşası” isimli bir eseriniz var. Buradan ilhamla Medeniyetlerin İhyası, İnsanın İnşasından mı geçer?
CEVAP:Ali Bey üstadım. Bütün medeniyetlerin kaynağı dindir. Biz kendi medeniyetimizden bahsedersek, bizim medeniyetimizin kaynağı da Efendimizin hicretle beraber oluşturduğu Medine şehridir. Medeniyet, medine kelimesinden türetilmiştir. Batıda da civilisation, şehirleşme demektir. Fakat bizim medeniyetimizde bu şehir, Efendimizin inşa ettiği, dinin yaşanılır kılındığı Medine’dir. Medeniyet dediğimiz şey esasen bir tezahürdür. Yani medeniyet denildiğinde bizim aklımızda çağrışım yapan şey mimari, musiki, edebiyat, hat, vakıflar, ahilik gibi kurumlar vb. hep birer tezahürdür. Medeniyet nasıl emredildiğim üzre dosdoğru İslam’ı yaşarım kaygısıyla hareket eden Müslümanın, iyi Müslüman olmak için sarf ettiği gayretin neticesinde yüksek bir kültüre dönüşerek husule gelen şeydir. Bizim Maveraünnehir-Horasan kaynaklı olarak son bin yılını temsil ettiğimiz ve Türk- İslam medeniyeti ismini verdiğimiz dönemde, medeniyetimizi kuranlar Ehl-i Beyt mensubu olan ve bizim İslam’la şereflenmemizi de sağlayan Allah dostları olmuştur. Bir misal vermek gerekirse, medeniyetimizin güzel örflerinden olan ve bizi Allah Resulü muhabbeti etrafında birleştirmiş bulunan Mevlid okuma geleneğimizi, yazılan yüzlerce Mevlid-i Şerif içinde hep onun yazdığı Vesiletü’n-necat isimli Mevlidini okuduğumuz Süleyman Çelebi merhum, Emir Sultan hazretlerinin halifesiydi. Mevlidi onun isteği yazmıştı ve Emir Sultan hazretlerinin tasarrufuyla Mevlid okuma örf halini almıştı. Bir Mevlid okuma geleneği bizi Efendimize en çok muhabbet duyan ümmet haline getirdi. Müslüman-Mü’min- Muhsin kavramları içerisinde, Efendimizin tarifiyle “sen her ne kadar Allah’ı görmüyorsan da her an O’nun seni gördüğü şuuruyla hareket etmendir” diye tarif ettiği Muhsin mertebesinde olan Allah dostlarının kurduğu bir yapının adıdır medeniyet. Bu Allah dostlarının meydana getirdiği kurumsallaşma içinde Allah’ı, Peygamberi, şeriatı, tasavvufu bilen, hayatını Allah ve Resulünün rızası istikametinde yaşayan bir nesil gerekmekte medeniyet için. Nasıl ki, Efendimiz müşrik toplum içinden kahir ekseriyeti gençlerden oluşan bir sahabe topluluğu inşa etmişse, biz de medeniyetimizi ihya etmek istiyorsak, o genci yeniden yetiştirmemiz gerekmektedir. Bu konu uzayıp gidecek bir konudur, böyleye özetlemiş sayalım.
ÖMRÜM VEFA EDERSE ALİYA İZZETBEGOVİÇ’TEN HAREKETLE BİR BOSNA KİTABI HAZIRLAMAKLA MEŞGULÜM
SORU: Deneme kitabınızda “Kızılelma” yazıları tarihe dikkat çekiyor. Sohbetlerimizden tarihe ilişkin çalışmalarınız olduğunu biliyoruz. Biraz da üzerinde çalıştığınız eserler hakkında bilgi verebilir misiniz?
CEVAP:Ali bey üstadım. Denemeleri bir araya getirirken, Ayasofya’nın açılışına beraber gittiğimiz merhum dostum Hacı İbrahim’i yad etmek ve Ayasofya’nın tekrar ibadete açılışının önemine değinmek için bir deneme yazmak istemiştim. “Diriliş ruhuyla yeniden Ayasofya’da Cuma namazı” başlığını atarak, açılış gününü anlatmak istemiştim. Lakin o deneme başlangıcı genişledi, bir tarih okuma serüvenine dönüştü. Fatih’in kıldığı ilk cumayı da anlatayım falan derken bir fetih kitabına dönüştü. Gazavatnâmeler, fetihnâmeler, menakıplar, manzum ve mensur tevarihlerden hareketle yeni bir fetih kitabı yazmaya başlamış oldum. Bu kitap Efendimiz’in İstanbul fethini müjdeleyen hadisi ile başlayan İslam-Roma (Bizans) mücadelesini; Selçukludan itibaren Türklerin Fatih’in İstanbul’un fethiyle sonuçlanacak olan gazalarını edebî bir üslupla anlatmaya çalıştığım bir fetih kitabı olacak inşallah. Bu kitap, belki de tarih nasıl okunmalı sorusuna verilebilecek bir cevap mahiyetinde olacak diye umuyorum. Şu an İstanbul surları önüne gelen fetih ordusunu yazıyorum. Fetih ordusunda bulunan Allah dostları için ayrı bir başlık açmıştım, o bölümü tamamladım.
Ayrıca yarım kalan bir çalışmam daha vardı. Ömrüm vefa ederse onu tamamlamayı düşünüyorum. Aliya İzzetbegoviç’ten hareketle bir Bosna kitabı hazırlamakla meşguldüm. Onun başlığını da “Medeniyeti Bosna’dan okumak” olarak koymuştum. Bosna tarihinden hareketle Aliya İzzetbegoviç’e bir medeniyet okuması. İnşallah tamamlanır.
MARAŞ ETNOGRAFYASINA AİT ESKİDEN KULLANILAN EŞYALARIN YER ALDIĞI BİR MÜZE OLUŞTURMAK HAYALİMİZ VARDI. KSÜ’DE BU MÜZEYİ OLUŞTURDUK
SORU: KSÜ’de kültürel değerlerle ilgili Kahramanmaraş ve çevresi Kültürel Değerleri Araştırma Merkezi müdürlüğü göreviniz var. Biraz da oradaki faaliyetinizden bahseder misiniz?
CEVAP: Bu merkez çerçevesinde Maraş etnografyasına ait eskiden kullanılan eşyaların yer aldığı bir müze oluşturmak hayalimiz vardı. Bugün İnsan ve Toplum Bilimleri Fakültesi zemin katında aslında bu müzeyi oluşturduk. Birçok materyali köyleri gezerek topladık. Bu materyalleri toplarken Çukurhisar köyümüzde yaşadığımız bir hatırayı, bu çalışmanın değeri açısından zikretmek isterim. Meydan gibi bir yerde toplanmış konuşurken, orada bulunan evden bir yaşlı teyzemiz-şimdi rahmetli olmuş öğrendim, rahmet diliyorum-,bize ne yaptığımızı sordu. Biz de eskiden kullanılmış, şimdi pek kullanılmayan eşyalarımızı unutulmasın diye topluyoruz, bir müze yapmak istiyoruz üniversitede cevabını verdik. Teyzemiz, az bekleyin bir şey getireceğim diye gitti ve bize bir matara getirdi. Dedi ki, bu matara benim babamın Yemen’den gelirken getirdiği su matarasıdır. Burada kaybolur gider, siz bunun kıymetini bilirsiniz diyerek bize teslim etti. Bu gözümüzü yaşartan hadise elbette bizim moral-motivasyon kaynağımız oldu. Yine bu merkez çerçevesinde daha çok kültürel konularda gençlerimize yönelik konferanslar, söyleşiler tertip etmekteyiz. Beraber çalıştığımız Ahmet Görüzoğlu ve Ahmet Özkarcı hocalarımla KSÜ radyosunda pandemi sürecinde başlayıp devam ettiğimiz haftalık programlar yaptık. Bu programlara inşallah ikinci dönem yeniden başlayacağız.
DİVAN KÜLTÜR KAFE YETERLİ TEVECCÜHÜ GÖRMEDİ, İHTİMALDİR KAPATMAK DURUMUNDA KALACAĞIZ
SORU: Şehrimizde kültürel bir boşluğu dolduran önemli bir faaliyetiniz oldu. Divan Kültür Kitap Kafe. Orada çok verimli güzel edebiyat ve musiki etkinlikleri yapıyorsunuz. Divan Kültür Kafe hakkında bizlere neler söylersiniz. Kahramanmaraş’ın böyle mekânlara ihtiyacı olduğunu biliyorum. Yeterli destek ve ilgiyi görebiliyor musunuz?
CEVAP: Ali Abi. Sizin de soruda belirttiğiniz gibi Abdulhamidhan Camii karşısında nezih bir muhabbet mekânı açarak hem etkinlikler yapmak, söyleşiler düzenlemek, hem de dostların teveccüh ederse gençlerle buluşabileceği bir mekân olsun istemiştik. Lakin yeterli teveccühü görmedi. Tekrar kapatmak durumunda kalacağız ihtimal.
“DÜKKAN” RAHMETLİ AHMET DOĞAN ABİNİN KULLANDIĞI KAVRAMDI. ORADA BÜYÜK HOCALARIMIZIN NEZARETİNDE “ADAM OLMA” TALİMİ YAPILIRDI
SORU: Kadim dostlarınızla edebi sohbetler yaptığınız “Dükkân” diye isimlendirdiğiniz mekânlarınız vardı. Edebiyat zaviyeleri tarzındaki o mekanlardaki faaliyetlerinizden, oradaki dost portrelerinden biraz bahseder misiniz?
CEVAP:“Dükkân” rahmetli Ahmet Doğan abinin kullandığı kavramdı. “Dükkân-ı Yemen” derdi bazen. Yazılar yazdı. Orada ilim-irfan tezgâhı açılırdı. Büyük hocalarımızın tasarrufunda ve nezaretinde “adam olma” talimi yapılırdı. Oralarda yetişti bu şehrin okur-yazar olan gençleri. Şair oldular, yazar oldular, akademisyen, hatta siyaset ehli oldular. Şimdilerde ağır hasarlı olan binasını boşalttığı için bir konteynırda gençler yine cem olup giden arkadaşlarını büyüklerini yad ediyorlar, ilim irfan çerçevesinde edebiyat ile haşır-neşir olmaya devam ediyorlar.
EDEBİYATTA, GEÇMİŞ DÖNEMLE YENİ DÖNEM ARASINDAKİ EN BARİZ FARK KANAATİMCE “DAVA ADAMLIĞI” FARKIDIR
SORU: Kahramanmaraş’ın geçmiş dönem edebiyatçıları ile günümüz edebiyatçılarınıkıyas ettiğinizde herhangi bir fark görüyor musunuz? Görüyorsanız bu farklar sizce olumlu yönde mi yoksa olumsuzlukları veya eksiklikleri var ise, önerileriniz neler olur?
CEVAP:Edebiyat çevresinin içinde bulunmam hasebiyle bu şehrin şair-yazar olan değerli büyüklerini yakından tanıma imkânı bulmuş biriyim. Geçmiş dönemle, yeni dönem arasındaki en bariz fark kanaatimce “dava adamlığı” farkıdır. Geçmiş dönemde edebiyatçı olmak için edebiyatçı olunmazdı. Bir dava adamı olunurdu. Hasbi şekilde bu davaya hizmet edilir, gençler yetiştirilmeye çalışılırdı. Yeni dönemde bireyselleşme, her alana olduğu gibi edebiyat alanına da sirayet etmiş görünmektedir. Hasbîlik ve dava adamlığı vasfı yitip gitmiş görünmektedir. Bunu yazılan çizilen eserlerde de görmek mümkündür. Ama her dönemin kendine özgü şartları vardır. Belki bu dönemde yeni bir kalıpla farklı, belki daha güzel bir durum ortaya çıkacaktır. Ümidimiz o yöndedir.
MESDER, DEPREM SONRASI ÇOK DEĞERLİ PROGRAMLARA EV SAHİPLİĞİ YAPARAK, ŞEHRİMİZDE HASBİ OLANI ÖNE ÇIKARMA GAYRETİ GÖSTEREN BİR DERNEK
SORU: Kahramanmaraş’taki edebiyat çalışmalarını yeterli buluyor musunuz, bulmuyorsanız neler yapılabilir?Zaman zaman Mesder Derneğimizin faaliyetlerine de katılıyorsunuz, Mesder hakkında neler söylersiniz?
CEVAP: Bir önceki soruyla da bağlantılı olarak cevaplamam gerekirse, şehrimiz, Büyükşehir belediyesinin de hedef olarak koyduğu Unesco Yaratıcı Şehirler Ağı çerçevesinde edebiyat şehri olma isteğiyle hareket etmektedir. Maraş için edebiyatın başkenti nitelemesi ile bunun içini doldurma uğraşısı vermektedir. Belediyenin desteklediği dergiler, programlar, yedi güzel adam ismiyle anılan edebiyatçılarını öne çıkarma, edebiyat yolu projesiyle tünellere isimlerini verme, hatta bunların adına müze yapma gibi pek çok faaliyet hayata geçiriliyor. Deprem gibi büyük bir afet yaşamış şehrimizde- göçüp gidenlere rahmet diliyorum- içe yönelmenin, edebiyatın, şiirin zaten neşv ü nema bulması beklenir. Ama ben hep bir eksiklik hissediyorum. Hasbilik yok bu işlerde sanki. Mesder, deprem sonrası özellikle çok değerli programlara ev sahipliği yaparak, şehrimizde hasbi olanı öne çıkarma gayretiyle hareket eden bir derneğimiz. Şahsınızda bütün dostlara teşekkür ediyorum. Elbette kalıcı olan Mesder’de yapılan kalbî programlar gibi, hasbi yapılan işler olacaktır. Görüntüden ziyade içe yönelik işler daha sahicidir.
HZ. MEVLANA, DÜZGÜN BİR DAİRE ÇİZMEK İSTİYORSANIZ PERGELİN BİR AYAĞININ SABİT OLMASI GEREKİR DER. GENÇLERİMİZ DE SABİT AYAKLARINI, KENDİ KÜLTÜR VE MEDENİYET DEĞERLERİMİZE KOYMALILAR.
SORU: Son olarak genç yeteneklere, genç kalemlere mesajınız neler olur?
CEVAP:Hazreti Mevlâna bir pergel örneğiyle der ki, düzgün bir daire çizmek istiyorsanız pergelin bir ayağının sabit olması gerekir. Sen bir ayağını şeriat dairesine koy, yetmiş iki milleti dolaş. Gençlere, sabit ayaklarını kendi kültür ve medeniyet değerlerine koymalarını, medeniyet değerleriyle tasavvurlarını oluşturup hayata bakmalarını tavsiye ederim elbette. Bu ayrıca bizim için hayati bir konudur. Biz hayata Mevlana, Yunus penceresinden bakmazsak, millet hayatımızı nasıl devam ettireceğiz. Bizim kaybedecek tek bir insan lüksümüz yoktur. Ailesinin, milletinin, devletinin kendisinden çok büyük sorumluluklar bekleyip, kendisine onca emek verdiğini bilerek, vatanı için gözünü kırpmadan şehadete gideceği gibi, vatanı, devleti, değerleri için aynı şuur ve idrakle yaşayan gençler olmalarını dilerim. Hepsinin gözlerinden öpüyorum.
Bu güzel söyleşi için size çok teşekkür ediyorum.
Bana bu fırsatı tanıdığınız için ben teşekkür ederim.